13 Eylül 2009 Pazar

Karabaş-ı Veli Dergâhı’nda bir akşam…


Bir romanın dört ayda 115 baskı yapmış olması, romanın yazarı Elif Şafak olunca şaşırtıcı gelmese de kulağa, kitap okumayı pek sevmeyen halkımızın neden “Aşk”a bu denli ilgi göstermiş olduğu sorusunu düşündürmüyor değildi bana. Dahası, şu ana kadar hiçbir Elif Şafak kitabı üzerine (Araf hariç) arkadaş çevremde ve yazılarımın çoğunu karaladığım salaş kafelerde bu denli yorum yapıldığını ve kitabın bu denli sevildiğini, sahiplenildiğini hatırlamıyorum. Gerek yazım tekniği, gerek kullanılan dil ve bir kitap eleştirmeninin benden çok daha fazla detaya girerek anlatabileceği tüm özellikleriyle tipik bir Elif Şafak romanı değil miydi karşımızdaki? Öyleyse romanda işlenen konu ve konunun ele alındığı toplumsal ortamı biraz olsun incelemek ve okurların aşka yönelik açlığının ardındaki nedenleri masaya yatırmak lazımdı.

Siyaset bilimi öğrencilerinin sıklıkla düştüğü hatalardan biri, bir tek olgu ya da örneğe dayanarak toplumsal analize kalkışmak, yani sınıf arkadaşlarına siyasetçi kesilmektir. Bir roman üzerinden toplumun dinsel tercihleri ve dine yaklaşımına yönelik önermelerde bulunmamak gerekiyor. Fakat bu önermeyi biraz içgüdü, biraz da gözlemle güçlendirerek Türkiye’de İslam’a yönelik yeni yaklaşımların, siyaset arenası ve elitler arasında olmasa da yerel düzeyde yeniden yeşerdiğini ve belki de İslam’ın yeniden yorumlandığını söyleyebiliriz. Ya da insanların dini tecrübe edişlerinin ve İslam ile yaşayışlarının günümüzde farklılaşmaya başladığını, alternatiflere yöneldiğini savunabiliriz. Buna en güzel örnek son yıllarda yeniden popülaritesini kazanan Mevlana haftası ve Şeb-i Aruz turları olacaktır. Fakat Konya’nın uzakta olduğu, sembolleştiği ve 2007 Dünya Mevlana Yılı’nın da etkisiyle devlet tarafından desteklendiği göz önünde bulundurulursa yeterince “yerel” olmadığı aşikâr. Bense, Konya’yı aklımızın bir kenarında tutalım ve yeniden aktif olan (restore edilen ve bu sayede etkinliklerine başlayan) ufak dergâhlara bir göz atalım istedim.

Bu dergâhlardan bir tanesi Bursa’da 2003 yılında restore edilerek faaliyetlerine başlayan, Kız Lisesi’nin birkaç sokak üzerinde bulunan Karabaş-ı Veli Dergâhı Kültürel Merkezi. Kültür Bakanlığı’na bağlı olarak hizmete açılan bu kültürel merkez, yasal bağlılıkları haricinde oldukça ilginç ve özerk bir işleyişe sahip. Görevlilerle yapmış olduğum sohbet sonucunda dergâhın nasıl yerel ve özerk bir hüviyete sahip olduğu ve ne şekilde faaliyet verdiğini çok daha iyi anlayabiliyorum. Konya’dan farklı olarak devlete kültürel bir merkez olarak bağlılığı olan dergâhta her şey gönüllülük üzerinden yürüyor ve her şeyden kastım, yılın her günü, her akşam ücretsiz sema gösterileri, ücretsiz çay/kahve/tost servisleri, sohbet toplantıları/söyleşiler, vaazlar, sema ve Kuran öğretileri... Öğretiler, söyleşiler, gösteriler devlet tarafından denetlenmiyor. Devletten tek bir kuruş almadıklarını söyleyen görevliler, bağış konusunda da çok hassaslar ve kesinlikle bağış kabul etmediklerini yineliyorlar. Öyleyse para nereden geliyor diye sorduğumda ise, paranın merkezde gönüllü olarak çalışanlar tarafından karşılandığını belirtiyorlar. Söylem, Mevlana’nın felsefesine de uyuyor, fakat sufizm, kapitalist kültürle ne kadar savaşabilir, koskoca kültürel bir merkez gönüllülerin yardımlarıyla nasıl ayakta durabilir, bu soruların yanıtını vermek gerçekten kolay değil.

Dergâhın finansal çarkının nasıl döndüğü sorusuna aldığım yanıtlar her ne kadar beni tatmin etmemiş olsa da bu hem başka bir yazının konusu, hem de faaliyetlerin ahengini yıpratabilir. Fakat eleştirel tüm sorularımı sabır ve güler yüz ile cevaplandıran görevlilerin devletten özerk olduklarına yönelik vurgularını bir kez daha belirtmem gerek. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca tanınan Mevlevihanelerden biri olmayan Karabaş-ı Veli, Mevlevi kültürünün yaşatılmaya çalışıldığı, çalışanlarının (imamları dâhil olmak üzere) gönüllü olarak iş gördüğü, devlet tarafından atanmadığı, “üstat” tarafından kabul edildiği ve eğitildiği bir kültürel merkez.

Dergâhın en etkileyici yanı, ne yeni restore edilmiş harikulade binası ne de gönüllülük prensibi. Dergâhı görkemli kılan şey, katılım. Benzer bir katılımı Perşembe geceleri nargile kafelerde Kurtlar Vadisi gösterilirken görebilirsiniz yalnızca… ya da milli bayramlarda okul bahçelerinde. Sema gösterisi öncesi ve sonrası söyleşiler için ayrılan odalar tıka basa doluyor. Katılım yerel halktan olduğu kadar şehir dışı ve yurtdışından gelen turistlerce sağlanıyor. (Bulunduğum odada, eşlik ettiğim iki Amerikalı profesör haricinde en az on turist saymış olmalıyım. Semanın turistik bir faaliyet olarak algılanması ve turların, turistleri dergâha getirmesi de burada önemli bir faktör.)

Soru şu: Bu katılım bize neyi işaret ediyor? Buraya kesin bir yanıt vermek kolay olmamakla birlikte, insanların sema gösterilerine, Mevlevi kültürüne ve Mevlana’nın öğretilerine yeniden ilgi gösteriyor olması, bize toplumun, yerel düzeyde İslam’a yeni yorumlar aradığını anlatıyor olabilir. Politize olmuş bir İslami anlayıştan bir kaçış olarak yorumlanabilir Karabaş-ı Veli Dergâhının popülerliği. Elbet dergâhın içinde bulunmadan ve dergâh üzerine derinlemesine bir araştırma yapmadan, dergâhın politikanın ne kadar dışında ya da içinde olduğunu söylemek zor. Uludağ’ın eteklerinde yeni bir mistik arayış, ya da yerel düzeyde yeni bir sosyalleşme kültürü, dizilerden ve ekonomik krizden bunalan insanlar için farklı bir alternatif belki de sema ve söyleşiler. Bu konudaki yorumlar çok sesli olabilir fakat yadsınamaz bir gerçek, Karabaş-ı Veli Dergâhı Kültürel Merkezi’nin, yerel düzeyde din üzerinden topluma yeni bir sosyalleşme ve bütünleşme kurumu olarak hizmet ettiğidir.

Dergah hakkında detaylı bilgi için: http://mevlana.org.tr/