Blog, Boğaziçi Üniversitesi vesilesiyle tanışan bir grup arkadaşın eseridir. Blogda "serbest kültür çalışmaları" diye tanımlanacak denemeler yer alır. Yazarları bir araya getiren, ortak siyasi duruş veya estetik beğeni değil, özgür düşüncenin meyvelerinin değerli olduğuna duyulan inançtır. Bize ulaşmak için: fmoblogu@gmail.com
3 Ağustos 2011 Çarşamba
Elif Şafak'ın yeni romanı biraz fazla "tanıdık"
Elif Şafak’ın çok beklenen yeni romanı “İskender” yoğun talep üzerine, planlanan tarihten önce raflardaki yerini aldı. Biz de nihayet kendisi gelmeden halkla ilişkiler kampanyası gelen bu kitabı okuma fırsatı bulduk.
Şafak’ın son dönem romanları düşünüldüğünde “İskender”de ne dil ne de içerik açısından çok yeni bir şey var denilebilir. Zişan üzerinden küçük bir Sufilik göndermesi, bolca göçmenlik/ait olma/ait olamama/kimliği sorgulama dramı.
Hatta bölümlerin başlıklarındaki “Ö”, “Ş” gibi Türkçe karakterlerin farklı fontla yazılması (hani Photoshop’ta bazen bazı fontlar Türkçe karakterleri kabul etmez ya, aynı öyle) akıllara “Araf”ın erkek kahramanı ÖMER ÖZSİPAHİOĞLU’nun adının ABD’deki yıllarında OMER OZSIPAHIOGLU şeklinde yazılması üzerinden yaşadığı “Ben buraya ait değilim” krizini hatırlatıyor.
İNGİLTERE'DEKİ GÖÇMENLERİN HİKAYELERİ BİRBİRİNE NE KADAR BENZER?
Ancak “İskender”i üzerinde kalem oynatmaya değer kılan asıl şey bu değil. Mesele şu ki Şafak bu kitabında çok tanınmış bir başka romandan esinlenmiş gibi geliyor bana. Hatta belki de intihal tartışmalarına yol açacak kadar esinlenmiş olabilir.
İngiliz yazar Zadie Smith’in, ülkesinde yayımlandığı 2000 yılında The Guardian Çıkış Romanı Ödülü’nden Orange Ödülü’ne kadar birçok yarışmadan başarıyla ayrılan, Türkiye’de de “İnci Gibi Dişler” başlığıyla 2001’de piyasaya çıkan kitabı “White Teeth”ten bahsediyorum.
Elbette İngiltere’ye göçen ve Brick Lane ya da Lavender Street gibi yerlerde yaşayan Müslümanların deneyimlerinde benzerlikler olmasından daha doğal bir şey yok ancak Smith’in romanındaki Jones, Bowden ve İkbal aileleri birbirine karışıp Şafak’ın Toprak ailesini oluşturmuş sanki.
Öncelikle Şafak’ın karakterlerinin üç kuşak geriye gidişi, Smith’in “diş kökleri” metaforunu fena halde hatırlatmakta.
Dahası birbirine tıpatıp benzeyen, çektikleri acılar bile eş zamanlı olan ikizler de her iki romanın da kalbinde bulunan öğelerden. Nasıl ki Smith’in Macit’le Millat’ı dünyanın iki farklı ucunda aynı anda ölüm tehlikeleri atlatıyorlarsa, Şafak’ın da Pembe’si kuduz iğnesi olurken Cemile’sinin canı yanıyor.
IRIE'DEN ESMA'YA MILLAT'TAN İSKENDER'E
Karakterler arasındaki benzerlikler de muazzam. Örneğin Şafak’ın Esma’sı, boyundan büyük aklı, uzun dili, gözü pekliği ve ataerkil ailenin çapına büyük gelen entelektüel, feminist kızı halleriyle Smith’in Irie’sine çok benziyor.
Hem Irie hem de Esma kitapların ilgili yerlerinde bol pantolonları ve renkli üstleriyle benzer şekilde tasvir ediliyor. Esma’nın bedenine kafayı takıp kendisini banyoya kilitleyerek ayna karşısında kendisini süzdüğü uzun dakikalar da Irie’nin şişmanlığını ve Afro saçlarını kendine dert edindiği zamanlarda aynaya bakıp “Neden daha güzel değilim?” diye düşündüğü saatleri hatırlatıyor. Dahası her şeyin sonunda bütün arbedelerden en sağ salim çıkıp, en düzenli hayatları kuranlar da Irie ve Esma elbette.
İskender ise tam bir Millat. İkisi de doğal birer karizma, arkadaşlarının arasında doğal birer lider, yakışıklılıklarıyla göz dolduran, dikkat çekici tipler olarak tasvir ediliyor.
Hem İskender hem de Millat İngiliz kızlarla takılıyor ama aileleri bu durumu pek hoş karşılamıyor. İkisi de yerli mi, göçmen mi nereli olduğuna bir türlü karar veremiyor. Bangladeş asıllı Millat anadilini ve arkadaşlarının ana dillerinin argo kelimelerini komik bir Cockney aksanlı İngilizceyle birleştirdiği tuhaf bir dil konuşurken, İskender de yetersiz Türkçe kelime dağarcığının yanına, Cockney İngilizcesini katıyor.
Dahası İskender’in Hatip vasıtasıyla dazlaklara karşı savaşan koyu Müslüman sokak çetelerine yaklaşması da Millat’ın Hifan’la tanıştıktan sonra KEVIN’e katılmasıyla neredeyse birebir uyumlu.
BABALAR VE KOMŞULAR
Yan karakterlerin benzerlikleri de muazzam. Örneğin içine doğduğu siyasetten kaçmak için bambaşka bir alan seçip moleküler biyolojiye yönelen naif Nadir, Macit ve en yakın dostu Marcus’un birleşimi gibi görünüyor.
Baba Adem Toprak da mutsuz evliliği ve yanlış gönül maceralarıyla bir hayli Samet İkbal gibi sanki. Toprakların yan evinde yaşayan komün de Clara ve Archie'nin tanıştığı işgal evindeki Petronia, Wan-Si, Clive, Leo ve diğerlerinden oluşan grubun biraz daha punk hali olsa gerek.
PENCERE ÖNÜ HAYALLERİ
Ancak benzerlikler bununla da sınırlı değil. Bodrum katında bulunan ve her yağmur yağdığında su basan evlerinin pencerelerinin önüne oturup geçenlerin ayaklarına bakarak hikaye yazma oyunu var mesela ki hem Irie’nin annesi Clara hem de Esma-İskender-Pembe üçlüsü tarafından keyifle oynanıyor. Neredeyse aynı kelimelerle anlatıyor iki yazar da oyunun oyunculara hissettirdiklerini.
“Bowden’ın oturma odası yolun altında kalıyordu ve pencerelerinde parmaklıklar vardı, bu yüzden bütün görüntüler kısmiydi. Clara genelde ayaklar, tekerlekler, egzoz boruları ve sallanan şemsiyeler görürdü. Böyle anlık görüntüler çok şey anlatırdı: Canlı bir hayal gücü, yıpranmış bir dantelden, yamalı bir çoraptan, yere yakın sallanan ve daha iyi günler görmüş bir çantadan bir sürü duygulu öykü çıkarabilirdi.” (İnci Gibi Dişler, s. 30, Everest Yayınları)
“Oturma odasındaki halının üstünde bağdaş kurup oturur, tavana yakın küçük pencerelere bakardı ağzı açık. Dışarıda sağa sola akıp duran çılgın bir bacak trafiği olurdu. İşe giden, alışverişten dönen ya da yürüyüş yapan yayalar. (…)
“Gelip geçenlerin ayaklarına bakıp onların hayatlarını tahmin etmeye çalışmak en sevdikleri oyunlardandı – üç kişiyle oynanan bir oyun: Esma, İskender ve Pembe. Mesela topuklarını takırdatarak, çevik ve acele adımlarla yürüyen, bilekten düzgünce bağlanmış parlak bir çift stiletto gördüler diyelim. ‘Galiba nişanlısıyla buluşmaya gidiyor’ derdi Pembe, bir hikaye uyduruverirdi. İskender de iyiydi bu oyunda. Yıpranmış, kirli bir çift mokasen görür, başlardı ayakkabıların sahibinin nasıl aylardır işsiz olduğunu, şimdi de köşedeki bankayı soymaya gittiğini anlatmaya.” (İskender, s. 135, Doğan Kitap)
Üzerine bir de iki hikayenin de çözülme noktasının neredeyse aynı olması var ki bu kadar da rastlantı olur mu dedirtiyor insana.
Elbette “İskender”in İngilizcesi henüz piyasaya çıkmadığı için metinlerin orijinalleri üzerinden bir karşılaştırma yapamıyoruz. Ancak iki çeviri üzerinden yapılan biraz titizce bir okuma akıllarda çok büyük soru işaretleri yaratıyor.
Umuyorum benim zihnimin bana bir oyunudur bu. Aksi takdirde iyi bir Elif Şafak okuru olarak çok üzülebilirim.
Etiketler:
edebiyat,
Elif Şafak,
göçmenler,
İnci Gibi Dişler,
İskender,
Türk edebiyatı,
White Teeth,
Zadie Smith
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
45 yorum:
kitapla ilgili çıkan eleştirileri iyi takip etmek, bu noktayı fark eden başkaları var mı onu görmek lazim. eger birileri bunu yazmaz ise pr hadisesi meselesinin üzerine daha endişeyle düşünelim derim. ellerine sağık yazar'cım. (:
çok güzel ve orjinal bir tespit. bu kadar reklamdan sonra tsunami etkisi yaratabilir...
Önemli bir keşif olmuş. Bunu yazılı basın ile paylaşın bence.
Tebrikler. Çalıntı olduğunu ben kesin olarak inandım.
yazdıklarınız gerçekten çok çarpıcı, yine de Elif Şafak'ın bu tarz bir şeye yönelmesine inanamıyorum. inanmak istemiyorum... her şey Eyüp Can'la evlenip, Doğan yayınlarına geçmesinden sonra oldu:(
Ben bunun bir ilk olmadığını düşünüyorum. Tesadüfen Siri Hustvedt'in Sevdiklerim2i üzerine Siyah Süt'ü okuduğumda bazı benzerliklerin esinlenmeden fazlası olduğunu görmek şaşırtmıştı beni. Ülkemizde kaç kişi Siri Husvedt okumuştur ve Siyah Süt'le benzerlik aramaya kalkar ki! Benim de öyle bir niyetim yoktu ama şeytanın işi yok, oldu. Şimdi keşke o zaman kağıda dökseymişim diyorum. Vakti olan varsa bu iki kitap arasındaki benzerlikleri de rahatlıkla bulabilir.
Bu kitabı iyice merak etmeye başladım.
ilginç bir tespit, korkarım ki doğruluk payı da var gibi...
ben çalıntı olduğuna ikna oldum dahası şaşırmadım
Üzerinde uzunca düşünülesi bir tespit. Ve aynı zamanda önemli bir iddia. İki romandaki alıntılara bakınca söz konusu durum ikna edici maalesef...
Elif Şafakın kitaplarının çoğunu okumuş biri olarak şunu söyleyebilirim ki; kendini tekrarlayan bir yazar. Üslubu, aidiyetsiz, kafası karışık,sorunlu ve özgün karakterleri hemen her romanında var.
Ama bu durum beni oldukça düşündürdü....
kitabı aldım fakat rafımda duruyor. şimdi merakım daha da arttı biran önce okumak istiyorum.
sanat eserleri tuğla tuğla örülür, sanatçı bir başka yapıttan etkilenir, üstüne gider... başkalaştırır ve ortaya yapıt çıkarır. örneğin bir karikatür, bir başkasına yol açar. bir öykü bir diğer öykünün üstüne bina edilir...benzerlikler olabilir...lincin manası yok!
Çok önemli bir tespitte bulunmussun, bakalım nasil aciklamalar gelecek. Merakla bekliyorum.
Bu arada ellerine sağlık. Tebrik ediyorum.
yazdıklarınız ilgimi çok çekti. emeğinize sağlık.
Öyleyse Goethe'nin Faust'u da intihal. Aynı konu Christopher Marlow tarafından aynı adla işlenmişti (Aslında bu konu Marlow'a da it değildir) Romanlar ve zenciler birbirlerine benzemez, ama bir zenciyi linç etmek istiyorsanız o başka.
Elif hn bunu daha önce de yapmıştı. Zaten bir kitabı satmak için ilginç isimler koymak ya da erkek kılığına girmek, edebi olarak kendine güvenmemenin sinyalleridir.
biraz daha geriye gidelim:
Bit Palas en sevdiğim kitabıdır Elif Şafak'ın, oradaki kurguya bitmiştim, bir apartman tek tek dairelerine uğranarak anlatılıyordu... falan. fakat Georges Perec'in Yaşam Kullanma Klavuzu'nu elime aldığımda "merdivenler" diye başlayıp apartman dairelerine, hizmetçi odalarına uğrayan kurgu beni oldukça şaşırttı, üzdü. 1978'de yazılmıştı kitap. hani çoklu anlatım dili değildi derdim, onu Orhan Pamuk Benim Adım Kırmızı'da yapmıştı, Murat Menteş Korkma Ben Varım'da... fakat bu benim karşılaştığım ilk kurgu esinlenmesiydi. edebiyat tüccarı olunca demek böyle aparmalar da mübah sayılıyor. Yekta Kopan kitapların bilboardlarda reklamının yapılmasını iyi bir gelişmeymiş gibi karşılasa da bence kitabı bir ruh hali olmaktan çıkarıp bir para kazanma nesnesine dönüştürüyor bu tip ilanlar. biz de sonra edebiyat dünyamız falan gibi laflar ediyoruz.
"şiir eğlence niteliği hiç taşımayan bir sanat. resim, mobilya olarak da kullanılabiliyor. roman, vakit öldürmek için de okunabiliyor. şiir ise kendi akışı dışında kapitalist ölçülere göre yararlanılacak yanı olmayan bir sanat türü. asi bir sanat. bu yüzden para-mal-para düzenine pek ayak uyduramıyor."
milliyet gazetesi röportajından, 19.01.1973
ekşi'den alınma cümleler. romanın nasıl metalaştırılabileceğine dair bir görüş. bence eksik gene de. şiir de pekala metalaşır. şiir metninde geçen kelimeleri alıp eğer büker reklam metnine devşirirsiniz.
hatta aklıma gelen bir örnek de var. cemal süreya'nın kahvaltının diğer tüm öğünlerden daha başka, daha fazla mutlulukla ilgisi vardır ifadesini alırım, peynir firması olarak ürünlerimin üzerine basarım. mis gibi de reklam olur, hem de şiiri de kullanıp yaparım reklamımı:)
edebiyatın metalaşması, roman reklamlarına dair edilen kelamları görünce ben de yazayım dedim.
abk adlı bir profilden bloga eski bir EŞ kitabına dair ciddi bir iddia geldi. Bu yorumu içeriğinden dolayı, neticede bu yazının yegane nesnesi İskender kitabı, buraya alamadığımızı okurlara bildiririm.
Yine burada yeri olmadığını düşündüğümüz bazı "nefret" yorumlarını da kaldırmak durumunda kaldık.
böyle birşey üzerine ne yorum yaparsak yapalım söylenecekler söylenmiş zaten...
bakalım sayın Şafak'ın yorumu ne olacak ?
Ben de Siyah Süt'ü okuduğumda benzer seyler farketmiştim. Siyah Süt'le aynı yıl fakat ay farkı ile önde bir Hollywood filmi olan " More of Me" de işlenen çoklu kişiliklere bölünmüş kadın temasını aynen kitabına uyarlamıstı Şafak. Aralara da sanki yeni yazılarmış gibi daha önce Zaman gazetesinde yayınlanan yazılarını serpistirmis, ortaya karışık bir kitap çıkmıştı. Bir de kitabın tanıtım sürecinde izlediği Ebru Şallı tarzı bir doğumlarımı bile paraya donusturebilirim havası beni iyice uzaklaştırmıştı Elif safak'tan. Tanıtım kampanyaları ile iç bunaltan bu güzide yazarımıza yakıştıramadim dersem yalan söylemiş olurum. Ancak bir konuda hakkını teslim etmek lazım. Para kazanmayı iyi beceriyor. Bu tartışmalar bile cebini dolduracak. Reklamın iyisi kötüsü olmaz, malum...
İntihal olayına kesinlikle inanmak istemiyorum ancak, Elif Şafak'ın mükemmel bir reklam mucizesi olduğunu görmemek için kör olmak gerek. Allanıp pullanıp, güzelce paketlenmiş ve insanların önüne konulmuş bir halkla ilişkiler çalışması... Kaliteli bir şeyler okumak isteyenler, lütfen Sabahattin Ali ve Sait Faik gibi değerlerimize yönelsinler.
Elif Şafak Türkiye'de kitapları en çok satılan popüler yazarlarımızdan... Kendini tekrar ettiği doğru, belki de bu yüzden bu yolu seçmiş olabilir... Bir Elif Şafak kitabı hepsine bedel, yazdıklarının hepsini okumaya gerek yok kanısındayım...
Başlık çok ilgimi çekti ve ikna oldum. Haklısınız...
Çok önemli bir durum bu.Bence burada kalmasın.
Teşekkürler...
elif şafak takipçisi değilim. diğer kitaplarını okumadığım gibi bunu da okumayacağım büyük ihtimalle.. SE7IN'in üstteki tahlilini inceledikten sonra, intihalin varlığına ikna oldum.. bugünkü milliyet'te elif şafak'ın, yayınevi'nin ve editörün çeşitli argümanları ve savunmaları mevcut. bir kere "İskender 11. kitabım okurum beni bilir, türkiye'de azıcık farklı işler yapan her insana uluorta saldırılmasından bıktım" argümanı hiç de şık ve masum gözükmüyor.. ana temanın aynı olması intihal olmayabilir, lâkin alt ögelerin birbirinin aynı olması intihaldir. ünlü yazarların ve yayınevlerinin çok daha dikkatli olması gerekir. diyelim ki şafak diğer kitaptan tamamen habersiz bir şekilde bu ortak ögeleri kurguladı/yazdı; bu durumda bile, yayınevi ve editör yazarı uyarmalıydı. hele yakın zamanda orhan pamuk'un bir kitabı da intihal suçlamasıyla karşılaşmışken..
Merhabalar,
İntihal konusunda gösterdiğiniz kanıtlar oldukça açık. Dahası Virginia Woolf'un Orlando adlı eseriyle, bir başka Elif Şafak romanı olan Pinhan arasında da esinlenme durumunu aşan bir benzerlik tespit etmiştim, bu yüzden şaşırmadım. Şu anda elimde Pinhan kopyası olmadığından birebir alıntı yapma şansım yok, fakat karakterin cinsiyetinin dönüştüğü sahne, pek çok detayı ile Orlando'daki sahneyi kopyalar durumda... Elinde şu an iki romanın da kopyası olan blog takipçileri mutlaka karşılaştırsın ve benzerlikleri paylaşsın derim.
Uzun suredir ayni modda Elif Hanim: Eski yazilari toplamak, karmak yeniden basmak. Iskender'i okumadim henuz ama anliyorum ki yine karmis karistirmis, bastirmis. Kapaktaki fotografa ise yorum bile yapamiyorum.
burada yazılanlar gerçekten haksızlıktır, Elif Şafak bana kalırsa böyle bir şeyi asla yapmaz. İntihal ile "esin" arsındaki farkı iyi düşünün bu şekilde önemli bir yazarımızı suçlamadan önce. Yazıyı silmezseniz adli takip başlatılabilir.
elif şafak benim türkiye'deki romancılar arasında en sevdiklerimden biridir. okumadığım kitabı yoktur, dahası "araf", "baba ve piç" gibi romanları hayatımda önemli izler bırakmıştır. ne var ki bu iki kitap arasındaki benzerlikler dikkatsiz bir okurun bile gözünden kaçamayacak kadar büyük. ancak ben yine de elif şafak'ın nezdinde "intihal"in "intihar" olacağını düşünüyorum. zaten yazıyı dikkatle okursanız "intihal tartışmalarına yol açacak kadar esinlenmiş olabilir" diyoruz biz burada, fakat tartışmayı başlatmıyoruz bile.
daha sonra vatan gazetesinden burak kara arkadaşımızın "inci gibi dişler"in çevirmeni mefkure bayatlı'yla yaptığı röportajda bayatlı'nın "düpedüz intihal" demesi üzerine başladı tartışma.
dolayısıyla "Elif Şafak" müstear isimli okurumuzun bir üstteki yorumunda belirttiği noktaya katılıyorum. "esin" ile "intihal" arasında önemli bir fark vardır ve söz konusu yazı da bu fark gözetilerek, hassasiyetle kaleme alınmıştır.
elif şafak'ın gerçekten intihal yapıp yapmadığı konusu ise bizim değil, dil ve edebiyat uzmanlarının karara bağlaması gereken bir noktadır. bizim haddimize düşmez.
ASLIBERRY adlı profilden gelen yorum:
Ben Elif Şafak'ın sadece Siyah Süt'ünü okumuştum. Şu lohusa depresyonu hikayelerini yaşadığım için, anlattıklarını merak etmiştim. Lohusa Depresyonu dehşetini gözler önüne serecek çarpıcı bir kurgu bekliyordum. Esinlenme veya intihal bir yana, son derece ezber, klişe, sıkıcı, hayal gücünden yoksun, orijinal olmayan bir romana boş yere vakit ayırmış oldum. Yukarıda yaptığınız alıntıya bakıyorum da, [...] de beceri yoksunu. Ne dil, ne içerik açısından okunurluğu yok. Ustalar güzel bir şey söylerler, yaptığın işte iyi değilsen, kenar süsün çok olur. Reklam kampanyaları, dantelli pozlar, hayata dair üç beş büyük kelam edilen röportajlarla satış rekorları kırılabilir elbette. Ama bu da bir iş ki, yurtdışındaki büyük kütüphanelere kapanıp, uzun okumalar yaparak hayatını kazanmasını sağlayabiliyor. Hıçkıra hıçkıra ağlamadım demeçleri yerine evet esinlendim deseydi keşke. O zaman Elif Şafak'ı başka bir yere koyabilirdik belki. Dünya edebiyatını bu kadar seviyorsa aracılık edebilirdi. Severek okuduğu öyküleri Türkçe'ye kazandırabilirdi. Murathan Mungan'ın dünya yazarlarından seçkileri gibi kitaplar kazandırabilirdi.
Son cümledeki ifade tehlikeli olabileceğinden çıkartıp, yorumu öyle buraya aldığımızı belirtirim.
İlginç, çok ilginç gerçekten...
Zaten sevemedim Safak'i. Turkcesi acaip kasinti ve zorlama. Konular derin gorunse de aslinda cok yuzeysel... Bunu da okuyunca dedim ki vaktimi Zadie'ye harcamak daha akil kari...
zadie smith'in konuyla ilgili açıklaması beni öyle şaşırttı ki, sanki tüm dünya kör olmuş gibi hissediyorum. "böyle şylere gülüyorum" demiş smith, elif şafak'a da mail atmış, "bir yazardan bir başka yazara hayranlıkla.." gibi laflar etmiş. dipnot'tan konunun ayrıntısına bakılabilir, şu an nutkum tutulmuş durumda. elif şafak ile ilgili tek bir kelime daha duymak istemiyorum.
"kraldan çok kralcı" sevgili yorumcular;
zadie simith açıklamasıyla bence herkese cevabını vermiş oldu, daha fazla tartışmayın isterseniz gülünç olmamak adına.
bu cevapla birlikte bu yazının da bir ehemmiyeti kalmadığı görüşündeyim.
zadie simith neyse ki egolarını aşabilmiş karakterli bir insanmış ki linç kültürüyle alevlenmiş "türk" mantığından uzak bir duruş sergiledi.
sevmezseniz okumazsınız olur biter. nefretinizle kendinizi yormayınız boşa...
sevgilerimle...
belli ki kopyalanmak, onurlandırmış ve şımartmış.. zadie smith otursun kitap yazsın, bu gibi önemli meseleleri de başkalarına bıraksın. yazarları tanrılaştırmayalım lütfen; editörü var, yayıncısı var, reklamcısı var, var oğlu var.. ürününü bir ticari mal olarak piyasaya sunmuş her kişi, sonuçlarını göze almış demektir. olldu, hem parayı götüreceksin, hem şan-şöhretin nimetlerinden faydalanacaksın, hem intihal yapacaksın hem de ortaya çıkarıldığında zırıl zırıl zırıldayacaksın..
ne ben olabildim ne de başkası
zadie smith daha ingilizce baskıyı okumadı çünkü henüz yayınlanmadı, yayınlandıktan sonra kendisinden birebir apartılan kısımları okuduktan sonra acaba bu yorumunu değiştirir mi..bakalım bekleyip göreceğiz.
linç ve nefret söylemi derken üstteki yorumu kastediyorum işte. daha zadie simith in intihal yapıldığı iddia edilen romanın yazarı olduğunun farkında değil, işine baksın o diyor.
gerçekten gülünç duruma düşülüyor derken bunu kastetmiştim.
zadie simith roman yazmış zaten hem de elif şafak ın intihal yaptığı iddia edilen romanı!
tekrar sevgilerimle
zadie smith'in, kopyalanan kitabın yazarı olduğunun farkında olmadığımı nerenden çıkardın?!? hele ki yorumuma "belli ki kopyalanmak, onurlandırmış ve şımartmış.." gibi bir giriş ile başlamışken.. gülünç olan yazarları kutsallaştıranlardır, onlara hayranlıkla bakıp "acaba o güzel ağızlarından nasıl bir tanrı kelamı çıkacak şimdi" diye hazırolda bekleyenlerdir. sen de bu profili layıkıyla yerine getirip orta yere üretimini bıraktın. ben de üzerine tüy dikip süsleyeyim bari.. çoluk çocuk yorum yapmasın rica ediyorum..
elif safak en sevdigim yazar, intihal bile olsa onun anlatimini, yazi dilini seviyorum...
okuyalım öğrenelim;
http://magazin.milliyet.com.tr/sila-ya-intihal-karari/magazin/magazindetay/14.09.2011/1438514/default.htm
Sevgili arkadaşlar,
Elif Şafak gibi çok okuyan, çok yazan ve sürekli düşünen insanlar bazen neleri ilk defa kendilerinin düşündüğünü, neleri biryerlerden duyduklarını birbirlerine karıştırabilirler.
Bunu çevremde defalarca kez gördüm, örneğin bir defasında üst düzey bir şirket yöneticisi, pareto kuralını (%80-%20 olayı) kendi keşfi olarak anlattığında kendisine bu teorinin aynen bu oranlarla nobel iktisat ödülü kazandığını söyledim, bunun üzerine çok şaşırdı, bunu çok uzun zaman önce düşündüğünü söylediğinde ben de o ödülün de uzun zaman önce verildiğini belirttim. Masadan kalkarken hala şaşkınlığını üzerinden atamamıştı.
Bu tür akıl oyunları günlük hayatta hepimizin başımıza gelebilir. Kendimden de bir örnek vermek istiyorum. Bir gün bir arkadaşıma doğum günü hediyesi olarak bir kitap aldım ve hatıra olarak yazmak üzere bir cümle düşündüm, kısa sürede aklıma çok güzel bir cümle geldi: Yapmaya değecek tek yolculuk içimize yapacağımız yolculuk... Hediyeyi gururla teslim ettim ama bir kaç gün sonra o ifadenin o yıl en çok satılan kitabın (susanna tamaro'nun kitabı) alt başlığı olduğunu gördüğümde dünyam başıma yıkıldı. Muhtemelen o cümleyi bir yerde görmüştüm ve o anda kendi cümlem gibi kalemimden dökülmüştü.
Bildiğimiz üzere romanlar, yazarlarının bizzat yaşadıkları, etrafta şahit oldukları veya okudukları olayları bir arada kurgulayarak ve kendi usluplarıyla anlatmalarıyla ortaya çıkarlar. Elif Şafak gibi üretken yazarların kitaplarında, istenmese de, hammaddelerden bazıları mamule çiğ haliyle girmiş olabilir, yemek yaparken kaşığa yapıştığı için öldüremediğimiz bir parça soğan gibi. Benim görüşüme göre zemin kattan yukarıya bakıp öyküler kurgulayan kahramanlar, bu şekilde ufak bir imalat kusurudur. Diğer ortak temalar ise çok olağan, üzerinde durmak dahi istemiyorum.
Elif Şafak'a ve sizlere
Saygılarımla,
Yunus Çoban
Bir önceki yorumun sahibi olan Yunus Çoban bizimle iletişime geçti ve yorumunda bir hata olduğunu sonradan fark ettiğini belirtti. Aşağıda bize yolladığı e-mailin ilgili bir kısmı ile yorumunda düzeltilmesini istediği bölümü bulacaksınız.
Bu yorumun ikinci paragrafında aktarılan hatırada adı geçen Pareto, bahsedilen kural ile çok meşhurdur ama esasen Nobel ödülü almış bir bilimadamı değildir. Bunu yorumu gönderdikten hemen sonra araştırdım ve fark ettim ama değiştirme imkanım olmadı. Ben de o gün o yöneticiyi fark etmeden biraz yemişim. Yine de yazıyı şu şekilde düzetmemin doğru olacağını düşünüyorum.
Bunu çevremde defalarca kez gördüm, örneğin bir defasında üst düzey bir şirket yöneticisi, pareto kuralını (%80-%20 olayı) kendi keşfi olarak anlattığında kendisine bu teorinin aynen bu oranlarla pareto ilkesi olarak bilindiğini söyledim, bunun üzerine çok şaşırdı, bunu çok uzun zaman önce düşündüğünü söylediğinde ben de o ödülün de uzun zaman önce yaşayıp öldüğünü belirttim. Masadan kalkarken hala şaşkınlığını üzerinden atamamıştı.
Yorum Gönder