1 Şubat 2013 Cuma

Türk dizileri neden bu kadar uzun? Ekonomik ve diğer nedenler




Türk dizilerinin bölüm süreleri neden bu kadar uzun?

Kime göre, neye göre uzun diyeceksiniz. Türkiye’de de en azından ‘AB’ grubunun yoğun ilgisini çeken Amerikan dizileriyle bir karşılaştırma yapalım. Yılda yirmi küsür bölümle ekrana gelen Amerikan durum komedilerinin her bir bölümü (net, yani reklam hariç) 25 dakikanın altında. Aynı gösterim sıklığına sahip CSI, 24 gibi aksiyon/gerilim dramalarında süre net 45 dakika civarında. Daha büyük bir prodüksiyon gerektiren Sopranos ve Game of Thrones gibi dramalar yılda yaklaşık on defa izleyiciyle buluşsa da bölüm uzunlukları net 1 saati aşmıyor. Türk dizileri ise, yayın sezonu boyunca istisnasız her hafta seyirciyle buluşurken her bir bölüm mutlaka net bir saatin üzerinde, pek çok yapımda ise bir buçuk saati dahi aşıyor, böylece tek bir yapım reklamlarıyla özetleriyle birlikte tüm bir akşamı götürüyor. Yalnız Kuzey Güney, Ezel, Fatmagül’ün Suçu Ne? gibi dramalar değil, Yalan Dünya gibi bir komedi bile net bir buçuk saat. Zurnanın zırt dediği yer yenilerde İntikam dizisinin ilk bölümünün aynı kanalda bir gece boyunca art arda üç kere gösterilmesi oldu. Neden? Yapımcılar ve kanal yöneticileri bunu neden tercih ediyor, izleyiciler buna neden tahammül ediyor? İnsanın aklına iki temel neden geliyor. 

1) Birincisi, ‘biz böyle uzun, yavaş, ağdalı işleri severiz; bizim kültürümüze, muhabbetlerimize, iletişim tarzımıza bu uygun.’ Bunda mutlaka bir doğruluk payı vardır. İzleyiciye hiç hitap etmeyen bir formatın süregitmesi pek mümkün değil. Bizim izleyicimiz neden sever böyle işleri, bunun temeli anlatı geleneğimizin tarihinde falan aranabilir. Veya şöyle düşünülebilir. Türkiye ulaşımın ortalama gelir düzeyine göre çok masraflı olduğu, ev dışında eğlenceye erişimin hem bu tür ekonomik olgulardan hem de mahremiyeti düzenleyen toplumsal kurallardan ötürü çok serbest olmadığı bir ülke.  ‘Keyif’ dediğimiz şey, özellikle kadınlar için, ev ve aile tarafından belirlenen koordinatlar içinde tadıldığı ölçüde meşruiyet kazanıyor. Bir de son derece yaygın ev hanımlığı durumu var. Yani Türkiye’de TV izleyicisinin TV ile ilişkisi ‘işten eve geldim, spor salonuna veya bara gitmeden önce bir yarım saat televizyona bakayım’dan ziyade, ‘televizyon sabahtan akşama kadar açık kalsın, nasıl olsa hep evdeyiz/kahvehanedeyiz, ne çıkarsa izleriz’ biçiminde, dersek herhalde çok yanlış bir genelleme yapmış olmayız.

Eğer olay bundan ibaretse, mesele—yarı cahil TV prodüktörlerinin çok sevdiği deyimle—bir ‘arz talep meselesi.’ Seyirci bunu talep ediyor, biz de bunu veriyoruz. Fakat iletişim sosyolojisi ve ekonomisi üzerine kafa patlatmış herkes talep denilen şeyin öyle mantar gibi kendiliğinden bitmediğini; endüstrinin talep yaratma, yönlendirme, yönetme durumuna gelebildiğini bilir. Bir de ‘talep’ deyip geçmeden önce şunu fark etmek lazım: Belli bir formatın seyirci tarafından reddedilmemesi o formatın şevkle benimsendiğinden ziyade, seyircinin duruma yalnızca alternatifsizlikten ötürü tahammül etmekte olduğu anlamına gelebilir.  Çeşitli nedenlerden ötürü rekabete kapalı, inovasyon ve riske yatkın olmayan bir sektör ile eğitim düzeyi düşük bir tüketici kitlesi buluştuğunda aslında tarafların hiçbiri için ideal olmayan bir arz-talep dengesi (ekonomik deyimle sub-optimal equilibrium) ortaya çıkabilir.[1] Bence dizi sektörü için durum şu anda bu. Her kesimden insanın günlük sohbetlerde gittikçe uzayan dizi sürelerinden ‘işkence’ diye şikayet ettiğine bakılırsa ortada benimsemeden ziyade bir tahammül durumu var. Parlatılmış oyuncular ve ‘arkası haftaya’ hikayelerle izleyiciyi esir alan diziler eğlence alternatiflerinin yokluğunda  izeyicinin sabrını istismar ediyor. Hikayenin tükendiği noktada bölüm süresini doldurmak için yama sahneler koyarak işlerinin kalitesini düşürmek zorunda kalan senaristler veyönetmenler bile durumdan açıkça şikayetçi: Yalan Dünya’nın kendisiyle dalga geçtiği sahnelerde bunu okumak mümkün.

2) Bu da bizi ikinci nedene getiriyor. Onu da kısaca, ‘burası Türkiye, parayı veren düdüğü çalar, önemli olan kaliteli ürün sunmak değil reyting alıp bolca reklam parası kazanabilmek, demek ki uzun yapımlar bu işe daha çok yarıyor’ şeklinde özetleyebiliriz. İyi güzel, akla gayet yatkın da, bizim yapımcılarımız, TV yöneticilerimiz para kazanmayı Hollywood’dan daha mı çok seviyor, daha mı iyi biliyor? Hiç sanmıyorum. Öyleyse neden bizim dizilerimiz Amerikan dizilerinden çok daha uzun? Bunun basit anlamda paragözlüğün ötesine geçen bir ekonomik açıklaması olmalı. Doğru yanıttan emin değilim ama bu şekilde iki teorim var. Bunlar durumu açıklıyor olabilir.

a) ABD’de kablolu TV olgusu çok daha yaygın. Özel bir ücret ödemeden ulusal çapta izlenebilen Kanal D gibi, ATV gibi büyük kanal olgusu pek yok. Bu kablolu TV’lerdeki reklamların ise önemli bölümü yerel. Yani diyelim ki HBO kablolu kanalında yayın yapan Game of Thrones dizisini Massachusetts eyaletinin Hampshire ilçesindeki evinizde izliyorsunuz. Göreceğiniz reklamların bir kısmı jenerik otomobil veya telefon reklamları olsa da bir kısmı sizin özel ihtiyaçlarınıza hitap ettiği varsayılan, Hampshire bölgesindeki iş yerlerine ait reklamlar olacaktır. (Yani aynı diziyi aynı anda Texas’tan izleyen arkadaşınızdan farklı reklamlar sunulacak size kanal tarafından). Yerel düzeydeki bu reklamların kalitesi de, maliyeti de, ekonomik dönüşü de son derece düşük. Bu yüzden, kanal gelirleri içinde reklam gelirinin oranının Türkiye’dekinden daha düşük olduğunu tahmin ediyorum. Zaten kablolu olan bu kanallar izleyiciden doğrudan ücret talep ediyor izlenebilmek için. Türkiye’de ise reklam kraldır. Ulusal çapta reklam vermek isteyen, bunun için büyük paralar döken ve bu parayı çıkarabilmek için tüm izleyiciye bir reklam kuşağıyla ulaşmak isteyen ulusal çaptaki firmalar ile, tüm akşamı tek yapımla götürerek az emek ve az yaratıcılıkla çok para kazanmak isteyen TV kanallarının çıkarları bu noktada buluşuyor belki de. Uzun bölüm ve pahalı prodüksiyon furyasını başlattığını ileri sürebileceğimiz Asmalı Konak’ın yalnızca final bölümünden kanalın 7 milyon doların üzerinde gelir elde ettiği söylenmişti.[2] Böyle verimli bir inek ele geçince onu mümkün olduğunca sağmak, altın yumurtlayan dizinin her bölümünü daha da uzatmak işe geliyor, alternatif projelerle rekabet yaratmak yerine.

b) ABD’de demografik olarak daha parçalanmış bir toplum var. Tek bir yapımla siyahlara, beyazlara, Hispaniklere, çeşitli eğitim gruplarından insanlara, zenginlere ve yoksullara aynı anda hitap edilemiyor. Bu yüzden her bir grup için özel olarak tasarlanmış çok sayıda yapımı piyasaya sürmek ve aynı gün içinde göstermek gerekiyor ve bu çok sayıdaki yapımdan her biri kendini götürecek kadar reyting alabiliyor. Türkiye’de ise izleyicinin beğenisi daha yeknesak. Böylece tek bir yapımla bir akşamı götürmek ve tüm ‘total’ grubuna hitap etmek mümkün oluyor. Bu yüzden sezon başında çok sayıda dizi arz edilse dahi bunlar aslında aynı lacivertin farklı tonlarında oldukları için birbirleriyle rekabet ediyorlar ve sezon sonunda birkaç şanslı yapıma yerlerini bırakarak yayından kalkmış oluyorlar. Türkiye’de yeknesak izleyici beğenisinin dışında referans noktaları yaratan İslami muhafazakarlık ve Kürtlük  gibi unsurlar yok değil elbette. Ancak bu demografik grupların ‘meşru’ ve ‘para getiren’ medya üretiminde pay alması ve bu piyasa içinde tercih ifade etme olanağı siyasi ve sosyolojik nedenlerden ötürü kısıtlı olageldi. Dikkat ediniz ki anaakım TV temsillerinde başörtülü kadın görmek hala pek mümkün değil. Gerçi son on-on beş yıldır mütedeyyin kesimler için özel bir medya üretimi palazlanıyor ama büyük kanallar bu niş piyasaya henüz el atmadı. Kürtler ise henüz bekleme halinde.

Peki diziler uzun oluyor da bunun sonucunda ne oluyor?

1) Az sayıda ürün (dizi) arzı tüketiciyle buluşuyor. Diğer ekonomik sektörlerde ürün arzında çeşitlilik genelde iyi bir şey olarak görülür. Dizi sektöründe (en azından sezon ortasına varılıp da pek çok dizi yayından kalktığında) böyle bir çeşitlilik yok. Bir akşamı bir diziyle geçirmeye mecbur kalıyoruz. Yukarıda yazdığım gibi pek çok izleyici durumdan şikayetçi. Örneğin ben, bazı dizilerin hikayeleri beni çekse de bir bölüm izlemek için televizyon karşında aralıksız geçirecek iki-iki buçuk saatim olmadığı için Türk dizisi izleyemiyorum.

2) Büyük bir dizi ekonomisi oluşuyor, ancak bu pasta hiç adil paylaşılmıyor. Kanal yönetimi ve yıldız oyuncular büyük paralar kazanırken diğer oyuncular, figuranlar, senaristler düşük ücretlerle, güvencesiz, ve keyfi biçimlerde uzun satler boyunca çalıştırılıyor. Arkadaşım Zeynep Baykal’ın bana hatırlattığı üzere sette veya günde 18 saat çalışıp eve dönerken kaza geçirip hayatını yitiren set çalışanları söz konusu. 2010’da ‘yerli dizi yersiz uzun’ sloganıyla İstanbul AKM önünde bir gösteri de yapılmıştı bunu protesto etmek için, sektörün alt düzey çalışanları tarafından.

3) Bana kalırsa estetik anlamda kalite düşüyor, yaratıcılık potansiyeli doğru biçimde kullanılamıyor. Bu durumda Türk medyası, yaratıcılık isteyen, kaliteli, kalıcı işler yapmak, yapılan işleri yurtdışına pazarlayarak daha büyük liglerde oynamak, daha büyük paralar da kazanmak açısından belki de potansiyelini çarçur ediyor. Diyeceksiniz ki fakat dizilerimiz yenilerde ihraç edilmeye başladı. Doğru, ama ben bir potansiyelden bahsediyorum. Katılırsınız, katılmazsınız. Bence daha iyisi yapılabilir, sırf sanat için değil, daha büyük paralar da kazanılabilir. Aynısı film sektörü için de geçerli. 18 milyon dolar gibi yabana atılmayacak bir para harcadıktan sonra çok mu zordu Fetih 1453 projesinden biraz olsun yüzüne bakılır, izlenir bir film yaratmak? Sırf Ortadoğu ve Balkanlarda değil de ABD’de, Fransa’da, Hindistan’da gösterime sokmak? Bence daha fazla paradan önce daha fazla emek, özen, yaratıcılık ve vizyon gerekiyor böyle başarılar için. Hadi diyelim Çin sineması sırf geniş Çin pazarı sayesinde ölçek ekonomisi yapabiliyor. Fakat dil havzası bizimkinden dar olan Kore sinemasının bir iki milyon dolarlık yapımlarla yakaladığı uluslararası popülariteyi, hatta İran filmlerinin başarısını biz yakalayamıyorsak sebebini sırf parasal sıkıntılarda değil de yeterince kıymetini bilmediğimiz bu vasıflarda arayalım.

Alper Yağcı




[1] Yani aslında oyunun kuralları biraz değiştirilse, bambaşka bir denge de mümkündür aynı malzemeyle, ama vizyonsuz oyuncular arz-talep dengesi deyip geçecek ve alternatifleri göz ardı edecektir.

[2] Bu rakam Asmalı Konak gibi gözde bir dizi için bile ortalama değil bir zirve noktası. Bu açıdan 7 milyon dolar kulağa çok büyük bir rakam gibi gelmeyebilir. Game of Thrones’un tek bölümünün TV reklam geliri nedir? Bilmiyorum. Ancak böyle bir karşılaştırma yapılacaksa hesaba katılması gereken iki nokta var: Birincisi Asmalı Konak’ın haftada, Game of Thrones’un ayda bir gösterilmesi. İkincisi, Türk ve ABD ekonomilerinin (ve daha özel olarak bu ülkelerdeki medya ekonomisinin) arasındaki boyut farkı. Bu faktörler kontrol edildiğinde eminim bu 7 milyon dolar Türkiye için çok büyük bir karlılık anlamına gelecektir. Hatta daha da ileri giderek bunun ABD için bile önemli bir rakam olabileceğini düşünüyorum. Wikipedia’ya göre Game of Thrones’un ilk sezonunun maliyeti 50-60 milyon dolar. Eğer Hollywood filmlerindeki kar marjı (stüdyolar için yıllık ortalama hedef %10 civarında) Amerikan TV dizileri için de geçerliyse 7 milyon dolarlık bölüm başına reklam geliri Game of Thrones’u bile kurtarır.





5 yorum:

jack snowden dedi ki...

yabanci olarak birkac tane dizi takip ederim. Kuzey-Guney en iyisi bu yil - performanslar guzel, produksiyon standarlari yuksek. En kotusu Deniz Feneri (adi dogru mu acaba) - neyse hayatimda TVde (herhangi bir yerde) daha kotu 'acting' gormedim. Butun dizlerde tesadufler hakim oluyor. Koskoca Istanbulda sen taksideyken nasil sevgilin sahilde rastlanilir havsalam almiyor. Birde cep yoksa senaryo da yok - her sahne cep telefon cagrisina baglidir. Alis-veris buyuk payi da var- siz Turkler hersey alirsiniz masallah!

Balıkpazarı dedi ki...

Değerli keklik,
Siz nerelesiniz, Türk dizilerini nereden takip ediyorsunuz acaba? Yalnızca meraktan soruyorum.

jack snowden dedi ki...

Amerikalıyım. Dizileri fun için takip ederim :)

Balıkpazarı dedi ki...

Bu konuyla ilgili olarak ayrica bknz. http://www.radikal.com.tr/yazarlar/mehmet_tarhan/yaydirmali_dizi_matematigi-1172510

Balıkpazarı dedi ki...

Bu konuyla ilgili olarak ayrica suna da bknz: http://blog.radikal.com.tr/medya-televizyon/turk-dizileri-neden-kisa-omurlu-oluyor-61372