Facebook etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Facebook etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Kasım 2011 Cumartesi

Sosyal Medyanın Bir Varmış Bir Yokmuşluğu

Günümüzün en sık telaffuz edilen kavramı olan sosyal medyayı bir yenilik, bir devrim, veya bir imkan olmaktan öte kendimi geliştirmek ve hayatı, insanları sorgulamak için bir fırsat olarak görmeye başladım artık. Sosyal medya derken ne kastettiğimin anlaşılması için belki de kendi sosyalliğimin aslında çağın biraz gerisinde bile sayılacağını belirtmeliyim. Bir twitter hesabım yok, şimdilik sadece sanal olmayan hayatta da arkadaşım diyebileceğim kişileri arkadaşım olarak kabul etmeye çalıştığım facebook bile kendimi çağa ayak uyduramayan bir ihtiyar gibi hissettirmeye yetiyor zaten.

23 Nisan 2009 Perşembe

Doodle-doodle-dam!

İnternet dünyasına azıcık aşina olanların bildiği gibi gibi Doodle Google'ın özel günler için yapılan logolarına verilen isim. Dünya Günü, Leonardo da Vinci'nin doğumgünü, Olimpiyatlar gibi takvimde özel yeri olan günlerde Google arama sayfasındaki logo değişiyor, bu yeni cicili bicili logoya tıkladığınızda o günün anlam ve önemiyle ilgili arama sonuçlarını Google herhangi bir anahtar sözcük kullanılmadan önümüze seriyor.

Son yıllarda Türkiye'ye spesifik tarihlerde de google.com.tr sayfasının logosu değişmeye başladı. Mesela bugün Türkiye'den giren kullanıcılar Google logosunun yerinde elinde Türk bayrağıyla kaydıraktan kayan çocuklar gördüler. (Bu esnada İngiltere'den giren kullanıcılar şövalyeye naz yapan ejderha figürüyle karşılandı. İngilizler St. George Gününü kutlamaktalar zira bugün. [Parantez içinde parantez oluyor ama Türkiye'de de Aya Yorgi'ye hacı olmaya, dilek dilemeye gidenlerin sayısı azımsanacak ölçüde değildir 23 Nisanlarda.])

Bugün de Türkiye'nin aynası Ekşi Sözlük'te konuyla ilgili bir tartışma vardı. Efendim Google'ın yaptığı jest midir değil midir? Bu sadece Türkiye'de IP'li kullanıcıların göreceği bir şeyse kendimiz çalıp kendimiz oynamış olmuyor muyuz? Google'ı alkışlayalım mı kınayalım mı? Derken ne olduysa Lagrima müstear isimli delinin biri Aynalı Kemer isimli blgouna asparagastan öte şaka olduğu belli olan bir yazı yazdı, bu yazıyla ilgili de gidip Ekşi Sözlük'te sanki gerçekmişcesine bir başlık açtı. Sonrasında geyiğin tadını alan bir kaç arkadaşı da gaz verici entrylerle devam ettiler muhabbete. Yok Facebook grubu açalım, yok forward mail gönderelim diye.

Filmin koptuğu nokta maalesef ki burası oldu. Birileri bu haberi ciddiye aldı. Hem de blogdaki ilk yazıda geçen "Google'ın ofis binasının önünde kamyondan logo indirmek" ve indirilen logoyu gören "İlyas Hammoth" isimli şahıs gibi absürd öğelere rağmen. Facebook grubu geyiğine açıldı ve bir anda 50 üyeye ulaştı (şimdi baktım 53 olmuş). Dahası bir anda Facebook duvarında kavga etme, birbirine küfür etme safhasına geçildi. Alakalı gruplar listesinin en tepesinde yer alan ve şaka maka değil ciddi amaçlarla kurulan BU HARİTALARI ÇİZENLERE BUNLARI YEDİRMEK İSTEYENLER!!HAYDİ 1.000.000 ÜYE!!! grubunun wall'una da hemen yardım çağrıları yazıldı ve işler iyice çığrından çıktı. (Bu arada bu 1.000.000 kişi olmaca ve "arkadaş listeni davet etmeyeceksen katılma" muhabbeti yapmaca meselelerine dair de başka bir yazının niyetini buradan edelim.)

Şimdi yarını bekliyoruz. Mesela Hürriyet, Milliyet olmadı Yeniçağ falan gibi gazetelerden biri bunu haber yapsa, dese ki "Google logo yapıyormuş bugün", geniş kitleler bunu ciddiye alsa, halk galeyana gelse sokaklara dökülse, "kuşluk vakti çıksak kahvaltıyı Erivan'da ederiz" demeçleri verilse mesela... Olmaz mı? "Olur mu canım öyle şey?" diyenlere "6-7 Eylül olayları" desem ben? Yetmedi mi? "Maraş katliamı" desem?

Maraş katliamı demişken, dün bir filmden bir sahneyi anlatıyordum Allahsızlığı Yayma Kürsüsü Başkanı diye. O sırada bilmiyordum, sonradan öğrendim Güneş Ne Zaman Doğacak isimli bir filmden bir klipmiş benim bahsettiğim. Maraş katliamını tetikleyen sinemaya bomba atılması olayı yaşandığı sırada sinemada ülkücülerin izlediği film tam da bu filmmiş. Linke bir tıklayıverin de insanların ne derece gülünç şeylerden galeyana gelebildiklerini bir görüverin. Hem eğlence olur, hem ibret. Belki o zaman "Olur mu öyle şey?" tepkisiyle de karşılamazsınız endişelerimi...

16 Nisan 2009 Perşembe

Hem konuşuruz şurdan burdan...

Günlerdir yazasım var, evet, yok değil. Ama bir türlü iki lafı bir araya getirip de dökemedim aklımdakileri. Zaten bu yazamamazlık dolayısıyla tez de ayağını sürümekte ya, hayırlısı... Üzerine yazmak istediklerim de hep ufak tefek konular olduğundan mıdır nedir, biriktirip de yazmak daha bir işime geldi. Böyle Yavuz Donat misali birer paragraflık tespitlemeler/yorumlamalar gibi olsun istedim bu seferkiler...

Biraz eskilerden başlamak istiyorum. Mustafa Balbay'ın bilgisayarına el konup günlükleri Taraf'ta 32 kısım tekmili birden yayınlandığında (doğruluğuna inanıp inanmamak tamamen bireysel tercihinizdir) memleket "Aman da darbe" deyû deyû inlerken benim dikkatimi çeken çok minicik bir diyalog olmuştu. Tarihler 22 Aralık 2002'yi gösterirken, pek sayın paşamız Tuncer Kılınç Abdullah Gül'le yaptığı bir sohbeti aktarmaktaydı Balbay'a. "'Ben senin yerine olsam, karının örtüsünü çıkarırım,' dedim. 'Kendi kararı,' dedi. Ben de 'İnsan karısına hakim olamaz mı?' dedim."

Şimdi efendim, Ergenekon vardır yoktur, bu adamlar darbecidir değildir, yaşanlar tamamen hükümetin komplosundan ibarettir ya da tamamiyle demokrasi aşkıyla yanıp tutuşan gönüllerin eseridir tartışmalarına girmek konusunda zerre hevesim olmadığını belirteyim öncelikle. Fakat "insanın karısına hakim ol(ama)ması" üzerinden yapılan bir tartışmaya taraf olmamam mümkün değil zira burada laikliğin, demokrasinin, kadın haklarının, vatanın milletin namusunun, şerefinin ve daha nice "mukaddesat"ın koruyucusu şanlı Türk ordusunun yüce neferlerinden birinin ağzından "erkeğin karısına hakim olması" ve "karısının başörtüsünü çıkarması" için kendisine baskı yapması gerektiğini öğreniyoruz. Hem de başörtülü kadının kocası "karımın kendi tercihidir" dediği halde.

E hani ne oldu? Hani İslamcılar kadınları eve kapatıp başlarına da türbanlarını geçirip onları baskı altında tutmaktaydılar. Hani İslamcılar arasında kadınların hiç söz hakkı yoktu da Kemalist laikler pek demokrat, pek eşitlikçi, pek feministti. Hani Atatürk Türk kadınına seçme ve seçilme hakkını taaa 1934'te dünyanın pek çok ülkesinden önce vermişti. Siz daha kadının ne giyeceğini bile seçmesine izin vermezseniz o kadın kendisini yönetecekleri nasıl seçecek ki? (Bir kez daha not: Günlüklerin doğruluğunun şaibeli olduğu iddia edilebilir ama ben kimseden ciddi bir inkar işitmedim bu yönde. Eğer ki bir gün yalanlanırsa o sayfalar, o zaman bu satırlar da kendilerini gözden geçirecektir.)

Madem ki siyaset konuşmakla başladık işe, öyle devam edelim ki aklımız dağılmasın. Hani lisede sabah ilk iki saat matematik olurdu ya, "Kafanız açıkken zor dersleri dinleyin diye böyle yaptık" derdi müdür yardımcıları. Bizimki de o hesap.

Efendim, 10 Nisan tarihinin belirli günler ve haftalar takviminde neye tekabül ettiğini bilenler varsa parmak kaldırsın. Bilmeyenler için el-cevap: Türk Polis Teşkilatı'nın kuruluş yıldönümü. Bu sene sanıyorum ki 164üncüsü kutlanan, "kökleri taa Osmanlı'ya kadar giden", ama benim hatırladığım kadarıyla eskiden kimsenin bilmediği, bilse de sallamadığı bir yıldönümü, bir nevi "invented tradition". Fakat son iki yıldır özellikle İstanbul'da bir çılgınlık hakim 10 Nisan tarihinde.

Sınırları içerisinde büyük çaplı toplantı, miting, neyim yapılamayacağı yönünde çok kesin fetvalar olan gözünü sevdiğim Taksim Meydanı iki yıldır (daha önce de vardıysa söyleyin ltf pls tşk) 10 Nisanlarda trafiğe kapatılıyor. Ne otobüs girebiliyor içeri, ne metro, ne de taksi. Yaya olarak girmek isterseniz üzeriniz ve çantanız aranıyor yurdumun acar polisleri tarafından. Binbir zahmetle meydana girebildiğinizde görüyorsunuz ki memleketin bütün polisleri gıcır lacilerini çekip toplanmışlar Taksim Meydanı'nda. Tribünler falan kurulmuş, bayraklar, flamalar asılmış. Şiir okuyanlar mı dersin, konuşma yapanlar mı? Ankara'dan Emniyet Genel Müdürüm gelmiş, bizde bir bayram havası. O esnada Celallettin Cerrah da bizi çok severmiş.

E hani toplaşılamazdı Taksim'de hani yasaktı? "Burası bizim olsun oğluumm kimseye söylemeyelim. Burası bizim evimizmiş meğersem" mi demektesiniz sayın kolluk kuvvetleri? O yüzden mi yıllardır insanları 1 Mayıslarda Çağlayanlara mahkum etmektesiniz? Ha bu arada vatandaşları meydana sokmadan önce arama yapılmasına karar verenleri de kınamak bir yandan da Nelson misali müstehzi bir ifadeyle "ha-ha!" yapmak istedim suratlarına karşı. Sayın polis kişileri, sizin göreviniz bizi yani vatandaşı korumak, kendinizi bizden korumak için bu kadar uğraşmanız biraz ironik değil mi?

Taksim Meydanı demişken bu aralar Emirgan ve Sultanahmet'le birlikte Taksim Meydanı'nda Lale Festivali sürmekte, görenleriniz görmüştür. Konserler, sergiler, lale soğanı satışları falan derken coştu yine ortalık. Bu festivalin Pesah ve Paskalya'yla çakışması, dahası bu sene bir de aynı anda Kutlu Doğum Haftası'na da denk getirilmesi bir raslantı mı acaba. Yoksa birileri bize bir şey mi anlatmaya çalışıyor?

Konuyu oradan oraya bağlıyorum ve artık sonuna gelmek istiyorum da, bir şey anlatmak derken geçen gün şunu fark ettim. Bu Facebook'u hangi dilde kullandığımıza bağlı olarak "adamına göre muamele"ye maruz kalmaktayız efendim. Zira Facebook Türkçe kullanıcılarına "sen" diye hitap ederken Fransızca kullanıcılarına "vous" diyerek saygı çerçevesinde bir ilişki sürdürmekte. İngilizce "you"nun hangisi olduğunu anlamıyoruz ama Almanca kullanıyorsak "du" şeklinde laubali bir hitaba maruz kalıyoruz. Yunanca ne yaptığımız "ti kanete?" diye sorulmuş durumda, demek ki yine sizli bizli olduk. Bunun haricindeki dilleri pek anlayamadığım için karşılaştırma yapamadım ama İtalyanca olsun İspanyolca olsun tespitlerinizi ve katkılarınızı bekliyorum.

Yalnız böyle daldan dala kona kona yazmak pek keyifliymiş. Giriş-gelişme-sonuç işkencesinden muzdariplere tavsiye ederim.