Buradaki yazıların sıklığı da kitap okuma sıklığıma paralel oldu. Son zamanlarda kitap okumayı, dolayısıyla burayı da, biraz boşladım. Boşlama zamanı geçti diyelim ve kitaplara sırayla devam edeyim.
Blog, Boğaziçi Üniversitesi vesilesiyle tanışan bir grup arkadaşın eseridir. Blogda "serbest kültür çalışmaları" diye tanımlanacak denemeler yer alır. Yazarları bir araya getiren, ortak siyasi duruş veya estetik beğeni değil, özgür düşüncenin meyvelerinin değerli olduğuna duyulan inançtır. Bize ulaşmak için: fmoblogu@gmail.com
Türk edebiyatı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türk edebiyatı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
2 Mayıs 2015 Cumartesi
16 Mart 2015 Pazartesi
Okumaya devam..
2015 yılı okuma
serüvenim devam ediyor.
Etiketler:
Adalet Ağaoğlu,
kitap,
öykü,
toplumcu gerçekçilik,
Türk edebiyatı,
Yüksek Gerilim
4 Mart 2015 Çarşamba
Sergüzeşt-i Kitap
Evvela şunu
belirteyim: bu ve devamındaki yazıların kitap eleştirisi olmak gibi bir amacı, iddiası yok. Sadece
kişisel şeyler anlatıyor. Bu şeyleri anlatırken arada sırada da kitaplarla
ilgili yorumlarım vs da olacak ister istemez.
Uzun zamandır bir şeyler
yazmıyorum, paslanmış olabilirim. Affola efendim…
Etiketler:
edebiyat,
Galiz Kahraman,
Hikaye,
İhsan Oktay Anar,
kitap,
okumak,
Türk edebiyatı,
Yedinci Gün
4 Ekim 2011 Salı
The perils of ‘too successful’ marketing, or why Turks don’t like Orhan Pamuk
Alper H. YAĞCI
A foreign
friend of mine has recently asked me the question and I am writing this essay
as an attempt at an answer: Why is it so difficult to find a fan of Orhan Pamuk
in Turkey? We have a veritable puzzle: The man is a Nobel laureate, considered
worldwide as one of the major writers of his generation and, for that matter,
he is a best-seller in the country in question. Yet, when you ask a literate
Turk about Pamuk, the answer you are likely to hear is, “I gave up his book
after fifty pages or so.” Who is buying all those books, and why don’t we like
our only Nobel laureate?
12 Ağustos 2011 Cuma
Babil Kulesi’nde dilsiz kalmak: Elif Şafak’ın İskender’inde dil ve üslup sorunu
Alper H. Yağcı
Yapay bir dille karşı karşıyayız. Soyu sopu ve göndergeleri farklı dil parçaları, zaten herbiri bir melezliğin veya göçmenliğin ürünü olan karakterlerin ağızlarına neredeyse rastgele serpiştirilmiş. Bir cümlede Kürtçe ünlemlerle bezeli bir taşra ağzıyla konuşan karakter, aynı diyaloğun bir sonraki cümlesinde sanki Gossip Girl oluveriyor. Üst üste konulan diller, kendilerine yüklenmek isteyen anlamı taşıyamamış da birbirlerinin üzerine çökmüş sanki. Bir çokdillilik beklerken dilsizlik buluyoruz. Araf romanındaki gibi, kendini evinde hissettiği bir dünyadan bahsederken inandırıcı olabiliyordu Şafak’ın dil oyunları. İskender’de evinden çok uzağa düşmüş, dilini kaybetmiş. Tüm bu üslup sorunları, aklınızda kalacak imgelere, teşbihlere, belki birkaç yıl kulağınıza küpe olacak özdeyişlere hiç rastlamayacaksınız anlamına gelmiyor. Ülkenin en popüler yazarı Elif Şafak’tan bu kadarını da bekliyoruz zaten. Ben daha fazlasını bekliyordum, hayal kırıklığına uğradım.
Etiketler:
edebiyat,
Elif Şafak,
İskender,
Kitap Eleştirisi,
Türk edebiyatı,
türkçe,
üslup,
yabancı dil
10 Ağustos 2011 Çarşamba
‘İhracat sektörümüz edebiyatı baltalamayın!’ Elif Şafak – İskender vakası üzerinden Türkiye’de eleştiri geleneğine bakmak
Alper YAĞCI
İntihal, son derece ciddi ve lafı kolay kolay edilemeyecek bir iddia. Fakat bir hakaret, bir saldırı değil. Yani ‘"bir edebiyatçıya intihal suçlaması yapmak küfür etmekten farksız’ yazanlar yanılıyor. Küfretmek terbiyesizliktir, bel altı vurmaktır. Küfre yanıt vermekten imtina ederiz. İntihal ise, somut verilerle temellendirildiği vakit, ciddi bir kafa mesaisi ile yanıtlanması gereken bir iddiadır. Eleştiridir. İskender vakasının gösterdiği o ki, maalesef Türkiye'de bir eseri doğrusuyla yanlışıyla, artısıyla eskisiyle tartıp eleştirel bir süzgeçten geçirmeyi ayıp sayıyoruz, ‘dostlarımıza’ bunu yapmayı kendimize yediremiyoruz, ‘düşmanımıza’ layık görüyor, bize bunu yöneltene de düşman gözüyle bakıyoruz. Eleştiri demek saldırı demek oluyor, karalama demek oluyor, eleştirmenin elinde kala kala kötü bir şairane tatla bestelenmiş yapış yapış övgüler sıralama hakkı kalıyor... Bu yalnız edebiyatta değil, her alanda böyle. Güncel edebiyatı, çoksatar edebiyatı eleştirebilen, bunu Joyce’tan, Mann’dan, Dostoyevski’den damıttığı birikimle yapan, ama bu birikimi okuyucuyu ürkütmeden, gözüne sokmadan kullanabilen popüler eleştirmenlere ihtiyacımız var.
İntihal, son derece ciddi ve lafı kolay kolay edilemeyecek bir iddia. Fakat bir hakaret, bir saldırı değil. Yani ‘"bir edebiyatçıya intihal suçlaması yapmak küfür etmekten farksız’ yazanlar yanılıyor. Küfretmek terbiyesizliktir, bel altı vurmaktır. Küfre yanıt vermekten imtina ederiz. İntihal ise, somut verilerle temellendirildiği vakit, ciddi bir kafa mesaisi ile yanıtlanması gereken bir iddiadır. Eleştiridir. İskender vakasının gösterdiği o ki, maalesef Türkiye'de bir eseri doğrusuyla yanlışıyla, artısıyla eskisiyle tartıp eleştirel bir süzgeçten geçirmeyi ayıp sayıyoruz, ‘dostlarımıza’ bunu yapmayı kendimize yediremiyoruz, ‘düşmanımıza’ layık görüyor, bize bunu yöneltene de düşman gözüyle bakıyoruz. Eleştiri demek saldırı demek oluyor, karalama demek oluyor, eleştirmenin elinde kala kala kötü bir şairane tatla bestelenmiş yapış yapış övgüler sıralama hakkı kalıyor... Bu yalnız edebiyatta değil, her alanda böyle. Güncel edebiyatı, çoksatar edebiyatı eleştirebilen, bunu Joyce’tan, Mann’dan, Dostoyevski’den damıttığı birikimle yapan, ama bu birikimi okuyucuyu ürkütmeden, gözüne sokmadan kullanabilen popüler eleştirmenlere ihtiyacımız var.
Etiketler:
edebiyat,
eleştiri,
Elif Şafak,
intihal,
İskender,
Kitap Eleştirisi,
Türk edebiyatı
3 Ağustos 2011 Çarşamba
Elif Şafak'ın yeni romanı biraz fazla "tanıdık"

Elif Şafak’ın çok beklenen yeni romanı “İskender” yoğun talep üzerine, planlanan tarihten önce raflardaki yerini aldı. Biz de nihayet kendisi gelmeden halkla ilişkiler kampanyası gelen bu kitabı okuma fırsatı bulduk.
Şafak’ın son dönem romanları düşünüldüğünde “İskender”de ne dil ne de içerik açısından çok yeni bir şey var denilebilir. Zişan üzerinden küçük bir Sufilik göndermesi, bolca göçmenlik/ait olma/ait olamama/kimliği sorgulama dramı.
Hatta bölümlerin başlıklarındaki “Ö”, “Ş” gibi Türkçe karakterlerin farklı fontla yazılması (hani Photoshop’ta bazen bazı fontlar Türkçe karakterleri kabul etmez ya, aynı öyle) akıllara “Araf”ın erkek kahramanı ÖMER ÖZSİPAHİOĞLU’nun adının ABD’deki yıllarında OMER OZSIPAHIOGLU şeklinde yazılması üzerinden yaşadığı “Ben buraya ait değilim” krizini hatırlatıyor.
İNGİLTERE'DEKİ GÖÇMENLERİN HİKAYELERİ BİRBİRİNE NE KADAR BENZER?
Ancak “İskender”i üzerinde kalem oynatmaya değer kılan asıl şey bu değil. Mesele şu ki Şafak bu kitabında çok tanınmış bir başka romandan esinlenmiş gibi geliyor bana. Hatta belki de intihal tartışmalarına yol açacak kadar esinlenmiş olabilir.
21 Kasım 2010 Pazar
Edebiyat Üzerinden Modern Türkiye'nin Tarihine Ek
Aşağıdaki yazı Alper'in eski bir yazısının ardından kaleme alınmıştır.
Hedeflenen amaç için seçilen kitaplar gayet isabetli aslında. Ama listeye bakınca benim gözüme iki eksik çarptı hemen: Yusuf Atılgan ve Oğuz Atay. Esasen bu iki isim de, eserlerinin, sıfatları en kaba ve klişe anlamda kullanacak olursak "toplumcu" yönleriyle değil daha ziyade "bireysel" özellikleriyle öne çıkan isimler. Ancak, Oğuz Atay, her ne kadar geç yayınlamaya başladığı ve erken öldüğü için romancılığı bir parça ergenlik -hadi gençlik diyelim- çağında kalıp olgunluk düzeyine erişememiş olsa (Günlük'de dediği gibi Türkiye'nin Ruhu'nu yazabilseydi her halde bu listede kafadan yer alırdı) ve Tutunamayanlar da son tahlilde en nihayetinde bir "gençlik" romanı olsa bile, bu listede yer verilebilir.
Özellikle, Tutunamayanlar'ın "Şarkılar" bölümü (Nabokov'un Solgun Ateş'inden biçimsel olarak esinlenme olsa da) Selim Işık tarzını ve aslında tipik bir Türk aydınının şeceresini ve düşünce biçimini ortaya koyuyor, çok sağlam bir mizahi alt yapı ve alt metinle. (Ahmet Oktay'dı yanılmıyorsam, 84'de, Oğuz Atay'ı Günlük ile tekrar tanıtan Enis Batur ve Ömer Madra'yı onun aslında çok da kuvvetli olan sosyalist yönünü "ignore" etmekle itham etmişti. Belki de çok haksız değildi.)
Yusuf Atılgan'a ve bu listede özellikle yer alması gerekir diye düşündüğüm Anayurt Oteli'ne gelince:
Aslında bu roman bizim edebiyatımızda şu bakımdan bir ilk. Tam olarak neden bilmiyorum ama "toplumsal" sıfatını ilk akla gelen anlamında daha ekonomik içerikli değil de psikolojik ve taşra-merkez (hem coğrafi hem ruhsal) ilişkisi anlamında kullanırsak bu listede de yer alması gerekir. Bizim edebiyatımızda, romancılar ve hatta şairler kahramanlarını hep intihar ettirirler ve masum, acı çeken, toplum tarafından anlaşılamamış, zararı başkasına değil kendisine olan bu tipleri biz çok severiz (Selim Işık'ı kim sevmez?). Ama Zebercet, sonunda o da intihar etse de, adeta nedensiz bir cinayet de işler. Tam bir çözümleme yapmaya muktedir değilim ancak, romandaki resmi günlerin işlenişi (29 Ekim, 10 Kasım), cumhuriyetin taşrasının coğrafi olmaktan çıkarak adeta ete kemiğe bürünmesi, Türk taşrasına özgü bastırılmış, karanlık, tuhaf bir cinsellik (hatta belki eşcinsellik) bu romanı edebiyatımızda çok başka bir yere koyuyor.
Bir de enteresan olan, bizim modern edebiyatımızda büyük şehirlerde yaşayan kahramanlar intihar ederken, taşradakiler başkasını öldürüyor. Selim Işık-Zebercet karşıtlığı gibi. Albert Camus, Sisifos Söyleni'ne "İncelenmeye değer tek felsefi sorun intihardır" diye başlar. Daha sonra yazdığı Başkaldıran İnsan'a ise, "İncelenmeye değer tek felsefi sorun cinayettir" diye başlar. Bu bakımlardan, bu iki roman da, "modern" Türk insanının çevre-merkez ilişkisindeki, sosyal-psikolojik aşamalarını ortaya koymak bakımından bu listede yer alabilir diye düşünüyorum.
Tabi yine, bu romanları estetik değerleri bakımından değil, amacına uygun olsun diye öneriyorum ama "estetik anlamda edebiyatımızın en değerli eserleri arasında olması şanslı bir “tesadüf." Gerçi heralde, ben bu kafayla, mevzu aslında şiir olsa, gerekli kulpları takıp Edip Cansever'i en toplumcu şairimiz ilan edicem ama olsun.
Hedeflenen amaç için seçilen kitaplar gayet isabetli aslında. Ama listeye bakınca benim gözüme iki eksik çarptı hemen: Yusuf Atılgan ve Oğuz Atay. Esasen bu iki isim de, eserlerinin, sıfatları en kaba ve klişe anlamda kullanacak olursak "toplumcu" yönleriyle değil daha ziyade "bireysel" özellikleriyle öne çıkan isimler. Ancak, Oğuz Atay, her ne kadar geç yayınlamaya başladığı ve erken öldüğü için romancılığı bir parça ergenlik -hadi gençlik diyelim- çağında kalıp olgunluk düzeyine erişememiş olsa (Günlük'de dediği gibi Türkiye'nin Ruhu'nu yazabilseydi her halde bu listede kafadan yer alırdı) ve Tutunamayanlar da son tahlilde en nihayetinde bir "gençlik" romanı olsa bile, bu listede yer verilebilir.
Özellikle, Tutunamayanlar'ın "Şarkılar" bölümü (Nabokov'un Solgun Ateş'inden biçimsel olarak esinlenme olsa da) Selim Işık tarzını ve aslında tipik bir Türk aydınının şeceresini ve düşünce biçimini ortaya koyuyor, çok sağlam bir mizahi alt yapı ve alt metinle. (Ahmet Oktay'dı yanılmıyorsam, 84'de, Oğuz Atay'ı Günlük ile tekrar tanıtan Enis Batur ve Ömer Madra'yı onun aslında çok da kuvvetli olan sosyalist yönünü "ignore" etmekle itham etmişti. Belki de çok haksız değildi.)
Yusuf Atılgan'a ve bu listede özellikle yer alması gerekir diye düşündüğüm Anayurt Oteli'ne gelince:
Aslında bu roman bizim edebiyatımızda şu bakımdan bir ilk. Tam olarak neden bilmiyorum ama "toplumsal" sıfatını ilk akla gelen anlamında daha ekonomik içerikli değil de psikolojik ve taşra-merkez (hem coğrafi hem ruhsal) ilişkisi anlamında kullanırsak bu listede de yer alması gerekir. Bizim edebiyatımızda, romancılar ve hatta şairler kahramanlarını hep intihar ettirirler ve masum, acı çeken, toplum tarafından anlaşılamamış, zararı başkasına değil kendisine olan bu tipleri biz çok severiz (Selim Işık'ı kim sevmez?). Ama Zebercet, sonunda o da intihar etse de, adeta nedensiz bir cinayet de işler. Tam bir çözümleme yapmaya muktedir değilim ancak, romandaki resmi günlerin işlenişi (29 Ekim, 10 Kasım), cumhuriyetin taşrasının coğrafi olmaktan çıkarak adeta ete kemiğe bürünmesi, Türk taşrasına özgü bastırılmış, karanlık, tuhaf bir cinsellik (hatta belki eşcinsellik) bu romanı edebiyatımızda çok başka bir yere koyuyor.
Bir de enteresan olan, bizim modern edebiyatımızda büyük şehirlerde yaşayan kahramanlar intihar ederken, taşradakiler başkasını öldürüyor. Selim Işık-Zebercet karşıtlığı gibi. Albert Camus, Sisifos Söyleni'ne "İncelenmeye değer tek felsefi sorun intihardır" diye başlar. Daha sonra yazdığı Başkaldıran İnsan'a ise, "İncelenmeye değer tek felsefi sorun cinayettir" diye başlar. Bu bakımlardan, bu iki roman da, "modern" Türk insanının çevre-merkez ilişkisindeki, sosyal-psikolojik aşamalarını ortaya koymak bakımından bu listede yer alabilir diye düşünüyorum.
Tabi yine, bu romanları estetik değerleri bakımından değil, amacına uygun olsun diye öneriyorum ama "estetik anlamda edebiyatımızın en değerli eserleri arasında olması şanslı bir “tesadüf." Gerçi heralde, ben bu kafayla, mevzu aslında şiir olsa, gerekli kulpları takıp Edip Cansever'i en toplumcu şairimiz ilan edicem ama olsun.
19 Kasım 2009 Perşembe
Edebiyat Üzerinden Modern Türkiye’nin Sosyal Tarihi: Bir Okuma Listesi

Herkese Açık Çağrı: Modern Türk tarihini modern Türk edebiyatının hangi kitapları üzerinden izleyebiliriz? Burada önerdiğim liste hakkında fikirlerinizi bekliyorum. Siz bir liste yapsaydınız neler ekler çıkarırdınız?
Bugün bir hayal kurdum. Bir üniversite hocası olmuşum, şöyle bir ders açıyormuşum: Edebiyat Üzerinden Modern Türkiye’nin Sosyal Tarihi. Sınırlı sayıda öğrencinin kabul edildiği bir seminerdir bu. Her hafta, modern Türk edebiyatının önemli bir yapıtı incelenir. Yapıtlar konu edindikleri dönemin a) genel bir panoramasını çizmekte veya b) belirleyici önemdeki bir toplumsal çelişkisine ışık tutmaktaki başarılarına göre seçilir. Bu okumalar üzerinden ilgili dönemlerde
• toplumsal bilinci (an içinde) ve belleği (geriye dönük olarak) o dönemle ilgili hangi meselelerin meşgul ettiği, dönemin ruhuna ilham veren toplumsal çelişkinin ne olduğu
• hangi aktörlerin (kültürel bloklar? ekonomik temelli sınıflar? statü grupları? siyasi örgüt ve kurumlar? etnik veya dini cematler?) önem kazandığı, bunların aralarındaki ilişkilerin nasıl çizildiği
incelenir. Dersin metodu sosyal bilimsel, temel derdi Türkiye tarihini daha iyi anlamakla ilgilidir. Edebiyatın estetik eleştirisi ancak geri planda ve amatör düzeyde yapılacaktır. Fakat bir yandan da, edebiyat üzerinden okuduğumuz bu tarihin bir parçası olan edebiyata geri dönerek bir çember tamamlanır. Böylece, şu sorular hakkında da söyleyecek birkaç sözümüz olması beklenir:
• Toplumsal gelişimin nabzını tutma, hatta bunun eleştirel bir çözümlemesi yapma derdi bu edebi yapıtlarda ne derece temsil edilmektedir? Zaman içerisinde Türk edebiyatı bu yeteneğine ne katmış, ondan ne yitirmiştir?
Öngörülebilir gelecekte gerçekten bir üniversitede hoca olup böyle bir ders açmam söz konusu olmadığına göre, bu işi şimdi, burada, kolektif bir yaratım denemesi haline dönüştürmeyi istedim. Evet, diyelim ki dersi açıyoruz: işte açtık. Dersin hocası veya takvimi yok. Sesli düşünen bizler, ve ortaya salıverdiğimiz beyin fırtınaları, hortumlar arasındaki çarpışmalar var. Bu arada, bir tür kolaylaştırıcı rolünü gizlice ben sahipleniverdim, şu an sizler göremiyorsunuz ama, kolaylaştırıcı koltuğunda oturuyor, elimde otoriteyi temsil eden bir deniz kabuğu tutuyorum.
Şimdi, böyle bir ders için okuma listesi oluşturmaya girişsek, hangi kitapları eklemek gerekir sizce? Hatırlatayım, kitaplar estetik değerleri üzerinden değil, bir dönemin toplumsal tarihini bize anlatma yetenekleri üzerinden seçilecek – tabi çoğunun estetik anlamda edebiyatımızın en değerli eserleri arasında olması şanslı bir “tesadüf.” Ben bir liste oluşturdum ve bunun hakkındaki fikirlerinizi merak ediyorum. İlhamım bir ölçüde Berna Moran’ın “Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış” derlemesindeki incelemelerden geliyor, o yüzden oradaki seçkiyle örtüşme var. Türkiye’de yayımlanma (yazılış değil) tarihleriyle birlikte, kitapların listesi şu:
ÖNERİLEN YAPITLAR LİSTESİ
1900-1914:
• Yakup Kadri Karaosmanoğlu – Kiralık Konak, 1922
• Mithat Cemal Kuntay – Üç İstanbul, 1938
• Ömer Seyfettin – çeşitli öyküler
1914 – 1922:
• Yakup Kadri Karaosmanoğlu – Sodom ve Gomore, 1928; Yaban, 1932;
• Kemal Tahir – Yorgun Savaşçı, 1965
• Ahmet Hamdi Tanpınar – Sahnenin Dışındakiler, 1973 [tefrik: 1950]
1922-1945
• Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ankara, 1934
• Memduh Şevket Esendal – Ayaşlı İle Kiracıları, 1934
• Sabahattin Ali – İçimizdeki Şeytan, 1940
• Nazım Hikmet – Memleketimden İnsan Manzaraları, [Türkiye’de yayımlanma:] 1966-67
• Kemal Tahir – Kurt Kanunu, 1969
• Orhan Pamuk – Cevdet Bey ve Oğulları, 1982
1945 – 1960
• Orhan Kemal – Bereketli Topraklar Üzerinde, 1954
• Yusuf Atılgan – Aylak Adam, 1959
• Ahmet Hamdi Tanpınar – Saatleri Ayarlama Enstitüsü, 1962
• Yaşar Kemal – Dağın Öte Yüzü (Ortadirek, 1963; Yer Demir Gök Bakır, 1965; Ölmez Otu 1968)
• Haldun Taner – çeşitli öyküler
• Aziz Nesin – çeşitli öyküler
1960-1980
• Sevgi Soysal – Yenişehirde Bir Öğle Vakti, 1973
• Oğuz Atay – Tutunamayanlar, 1973
• Yaşar Kemal – Akçasazın Ağaları (Demirciler Çarşısı Cinayeti, 1974; Yusufçuk Yusuf 1975)
• Adalet Ağaoğlu – Ölmeye Yatmak 1973; Bir Düğün Gecesi, 1979
• Ferit Edgü – O / Hakkari’de Bir Mevsim, 1979
• Orhan Pamuk – Kara Kitap, 1990
• Metin Kaçan – Ağır Roman, 1990
1980 – …
• Latife Tekin – Sevgili Arsız Ölüm, 1983; Berci Kirsten Çöp Masalları, 1984
• Tahsin Yücel – Peygamberin Son Beş Günü, 1992
• Mehmed Uzun – Roni mina evine, tari mina mirine, 1998 [Türkçe: “Aşk Gibi Aydınlık Ölüm Gibi Karanlık”, 2006]
• Murat Uyurkulak – Tol, 2002
• Orhan Pamuk – Kar, 2002
Evet, bu liste hakkındaki fikirlerinizi merak ediyorum. Bu arada, ben de bu kitapların hepsini okumadım, burada kimse uzman değil. Herkes bir ucundan tutabilir.
• Siz bir liste yapsaydınız neler ekler çıkarırdınız? Listeye neden girdiğine/girmediğine anlam veremediğiniz bir isim var mı?
• Bu kitaplar hakkındaki fikriniz nedir? (Çok gaz olanlar, yazının başındaki “dersin” konu edindiği soruları yanıtlayarak dile getirebilir bu fikirlerini)
Fikirlerinizi merak ediyorum. Oturup bu sorulardan ilhamla koca kitap eleştirileri yazmanızı beklemiyorum – tabi yazan çıkarsa bu muhteşem bir şey olur. Ama, evet, fikirlerinizi merak ediyorum. Buyurun buradan yakın…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)