Evvela şunu
belirteyim: bu ve devamındaki yazıların kitap eleştirisi olmak gibi bir amacı, iddiası yok. Sadece
kişisel şeyler anlatıyor. Bu şeyleri anlatırken arada sırada da kitaplarla
ilgili yorumlarım vs da olacak ister istemez.
Uzun zamandır bir şeyler
yazmıyorum, paslanmış olabilirim. Affola efendim…
“Bir süredir bir
şeyler okuyamıyorum, hemen sıkılıyorum, okumadan zevk almıyorum artık”
demiştim bir dost meclisinde, meclis derken yanlış anlaşılmasın Beşiktaş’ta bir
dönercide geçti konuşmamız. “Daha önce okuduğun bir şeyler okursan, önceden hoşuna
gitmiş bir şeyler okursan yine gelir o zevk, sen meraklanma” dediler. Aklıma
yattı. Bu nedenle, eve gelince 2012’de aldığım ama okumanın kısmet olmadığı Yedinci
Gün kitabına el attım.
Uzun İhsan
Efendi, “adını yazsa alır okurum” dediğim yazarlardan birisi. (Böyle
olduğunu söylediğim iki yazar vardı: diğeri ise Murat Uyurkulak. Har
adlı kitabını okuduktan sonra bunu demiştim. Bu hevesle Tol adlı
kitabını da almış, ama onu pek beğenmemiştim. Dolayısıyla, Uzun İhsan Efendi
bu özelliği taşıyan yegâne yazar konumunda kaldı.) O nedenle kitap çıktığı
zaman koşa koşa gidip almıştım ve bir hevesle de başlamıştım okumaya. Ancak 50
sayfa okuyabilmiştim, sonrasında hikâyesi beni sarmamış, içine girememiştim bir
türlü. Bunda metinde devamlı ortaya çıkan Osmanlıca kelimelerin de payı vardı
kuşkusuz. Okuyamamıştım neticede. İşte dostların önerisiyle evimde zaten mevcut
olan bu kitaba başlayayım dedim ve ne mutlu ki bu sefer hikâyenin içine giriverdim.
Hamid-i Sani
Efendimiz Hazretlerinin model bir şehr-i İstanbul’un sokaklarını arşınlamasıyla
başlayan roman, İhsan Oktay Anar’ın diğer romanlarına benzemiyordu. Diğer
kitapları kadar akmıyordu sanki kitap. Bir değişiklik vardı. Uzun İhsan
yazdıysa bu kitapta da bir hikmet vardır, dedim. Kitap, adından da anlaşılacağı
üzere, kâinatı altı günde yaratıp da yedinci günü kendisine dinlenme günü
olarak ayıran Tanrı’ya ve genel anlamda dinsel bir mitolojiye atıflar içeriyor
-ki bu İhsan Oktay’ın diğer kitaplarında da rastladığımız bir şey zaten. Mesela,
Suskunlar’da İsa Peygamberin çarmıhta asılıyken yakarmasına atıfla, “Ah
Beybaba! Ah be Babalık! Niye çamura yattın?” cümlesini okumuş, okurken de
mest olmuştum.
Roman, İstanbul’da
geçiyor ve şehir aslında önemli rollerden birisine sahip. Daha kitabın başında,
kafasında takkesiyle Hamid-i Sani Efendimiz Hazretlerinin son derece
ayrıntılı bir biçimde tasvir edilmiş bir şehir maketi üstünde sinek avlamasını veya
avlamaya çalışmasını ‘seyretmek’ son derece zevkli oluyor. Kitabın devam eden
sayfalarında satranç oynanan, ve nedense ş ile yazılıp şatranç haline gelen,
oteller, radyo vericisinin ve zeplinin inşa edildiği depolar, Sirkeci’den
kalkan tren, zengin Culyano’nun öldüğü bina gibi bir çok ayrıntı bize Anar’ın
kafasında kurguladığı şehrin gerçekten bir maket gibi kafamızda canlanmasını
sağlıyor.
Bu kitabı
bitirdikten sonra bu sefer sıra üstadın en son kitabı olan Galiz Kahraman’a
geldi. Bu kitabı kendimce bir sıralamaya koymam gerekirse diğer tüm
kitaplarından daha farklı bir yerde olduğunu söylemek gerekecektir. Bir kere üstat
hikâyesini tarihten kopartıp neredeyse günümüze getirmiş. Bu da bence kitabı beklediğimiz
Anar’dan uzaklaştırmış. Kendi kalemini eski tarihlerdeki hikayeleri aktarmakta
ustalaştıran Anar, daha modern zamanlarda geçen bir hikaye anlatınca belki bana
garip geliyordur. Öte yandan Puslu Kıtalar Atlası’ndaki Rendekar
nam zata bu kitapla birlikte İlhan Bey ekleniyor: Mevcude’nin Çekilmez
Hoppalığı müellifi İlhan Kundura ekleniyor. Bunun gibi atıflar
kitabın farklı yerlerinde yine mevcut ve insanda okuma zevki uyandırıyor, en
azından ben çok seviyorum bu atıfları. Diğer yandan mutfakla arası çok iyi olan
birisi olarak, kitaba dair en sevdiğim kısımlar Dayı’nın ve İdris Amil
Hazretleri’nin köftecilik yaptıkları sayfalardan oluşuyor.
İhsan Oktay Anar’dan
yeni kitaplar beklediğimizi belirtip kitap okuma serüvenimi daha sonraki
yazılarda aktarmaya devam edeceğimi belirtmek isterim. En başa da yazdığım gibi,
bu yazılar kitap eleştirileri olmayacak. Bu satırları sadece kişisel bir şeyler
paylaşmak amacıyla kaleme alıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder