4 Mart 2015 Çarşamba

Sergüzeşt-i Kitap

Evvela şunu belirteyim: bu ve devamındaki yazıların kitap eleştirisi olmak gibi bir amacı, iddiası yok. Sadece kişisel şeyler anlatıyor. Bu şeyleri anlatırken arada sırada da kitaplarla ilgili yorumlarım vs da olacak ister istemez. 
Uzun zamandır bir şeyler yazmıyorum, paslanmış olabilirim. Affola efendim…

Bir süredir bir şeyler okuyamıyorum, hemen sıkılıyorum, okumadan zevk almıyorum artık” demiştim bir dost meclisinde, meclis derken yanlış anlaşılmasın Beşiktaş’ta bir dönercide geçti konuşmamız. “Daha önce okuduğun bir şeyler okursan, önceden hoşuna gitmiş bir şeyler okursan yine gelir o zevk, sen meraklanma” dediler. Aklıma yattı. Bu nedenle, eve gelince 2012’de aldığım ama okumanın kısmet olmadığı Yedinci Gün kitabına el attım.

"İhsan Oktay Anar" halleri
Uzun İhsan Efendi, “adını yazsa alır okurum” dediğim yazarlardan birisi. (Böyle olduğunu söylediğim iki yazar vardı: diğeri ise Murat Uyurkulak. Har adlı kitabını okuduktan sonra bunu demiştim. Bu hevesle Tol adlı kitabını da almış, ama onu pek beğenmemiştim. Dolayısıyla, Uzun İhsan Efendi bu özelliği taşıyan yegâne yazar konumunda kaldı.) O nedenle kitap çıktığı zaman koşa koşa gidip almıştım ve bir hevesle de başlamıştım okumaya. Ancak 50 sayfa okuyabilmiştim, sonrasında hikâyesi beni sarmamış, içine girememiştim bir türlü. Bunda metinde devamlı ortaya çıkan Osmanlıca kelimelerin de payı vardı kuşkusuz. Okuyamamıştım neticede. İşte dostların önerisiyle evimde zaten mevcut olan bu kitaba başlayayım dedim ve ne mutlu ki bu sefer hikâyenin içine giriverdim.

Hamid-i Sani Efendimiz Hazretlerinin model bir şehr-i İstanbul’un sokaklarını arşınlamasıyla başlayan roman, İhsan Oktay Anar’ın diğer romanlarına benzemiyordu. Diğer kitapları kadar akmıyordu sanki kitap. Bir değişiklik vardı. Uzun İhsan yazdıysa bu kitapta da bir hikmet vardır, dedim. Kitap, adından da anlaşılacağı üzere, kâinatı altı günde yaratıp da yedinci günü kendisine dinlenme günü olarak ayıran Tanrı’ya ve genel anlamda dinsel bir mitolojiye atıflar içeriyor -ki bu İhsan Oktay’ın diğer kitaplarında da rastladığımız bir şey zaten. Mesela, Suskunlar’da İsa Peygamberin çarmıhta asılıyken yakarmasına atıfla, “Ah Beybaba! Ah be Babalık! Niye çamura yattın?” cümlesini okumuş, okurken de mest olmuştum.

Roman, İstanbul’da geçiyor ve şehir aslında önemli rollerden birisine sahip. Daha kitabın başında, kafasında takkesiyle Hamid-i Sani Efendimiz Hazretlerinin son derece ayrıntılı bir biçimde tasvir edilmiş bir şehir maketi üstünde sinek avlamasını veya avlamaya çalışmasını ‘seyretmek’ son derece zevkli oluyor. Kitabın devam eden sayfalarında satranç oynanan, ve nedense ş ile yazılıp şatranç haline gelen, oteller, radyo vericisinin ve zeplinin inşa edildiği depolar, Sirkeci’den kalkan tren, zengin Culyano’nun öldüğü bina gibi bir çok ayrıntı bize Anar’ın kafasında kurguladığı şehrin gerçekten bir maket gibi kafamızda canlanmasını sağlıyor.

Bu kitabı bitirdikten sonra bu sefer sıra üstadın en son kitabı olan Galiz Kahraman’a geldi. Bu kitabı kendimce bir sıralamaya koymam gerekirse diğer tüm kitaplarından daha farklı bir yerde olduğunu söylemek gerekecektir. Bir kere üstat hikâyesini tarihten kopartıp neredeyse günümüze getirmiş. Bu da bence kitabı beklediğimiz Anar’dan uzaklaştırmış. Kendi kalemini eski tarihlerdeki hikayeleri aktarmakta ustalaştıran Anar, daha modern zamanlarda geçen bir hikaye anlatınca belki bana garip geliyordur. Öte yandan Puslu Kıtalar Atlası’ndaki Rendekar nam zata bu kitapla birlikte İlhan Bey ekleniyor: Mevcude’nin Çekilmez Hoppalığı müellifi İlhan Kundura ekleniyor. Bunun gibi atıflar kitabın farklı yerlerinde yine mevcut ve insanda okuma zevki uyandırıyor, en azından ben çok seviyorum bu atıfları. Diğer yandan mutfakla arası çok iyi olan birisi olarak, kitaba dair en sevdiğim kısımlar Dayı’nın ve İdris Amil Hazretleri’nin köftecilik yaptıkları sayfalardan oluşuyor.

İhsan Oktay Anar’dan yeni kitaplar beklediğimizi belirtip kitap okuma serüvenimi daha sonraki yazılarda aktarmaya devam edeceğimi belirtmek isterim. En başa da yazdığım gibi, bu yazılar kitap eleştirileri olmayacak. Bu satırları sadece kişisel bir şeyler paylaşmak amacıyla kaleme alıyorum.


Hiç yorum yok: