24 Haziran 2010 Perşembe

Sorular-Yorumlar

Gündemimiz devamlı ve hızlı bir biçimde değişiyor. Şimdiki sıcak gündem gemi azıya alan PKK terörü ve memleketin farklı yelerinden gelen şehit haberleri. İyiden iyiye bir şiddet sarmalı halini alan silahlı çatışmalar. Benim kafamdaki sorular ise geçen ayın gündemine dair. Mavi Marmara baskınına dair cevabını bulamadığım bazı sorular ve yorumlar var kafamda.


1-Bu insani filonun gitmesine baştan gıcık olanların şöyle bir argümanları var: "efendim, böyle bir işe kalkışırken neden dışişlerinden izin-tavsiye-görüş almadınız?"
İlk başta makul görünüyor bu argüman. Ama bu filoyu düzenleyen kuruluş bir STK. İngilizce tabiriyle Non Governmental Organization. Yani devletten ve de hükumetten bağımsız, onunla ilgisi bulunmayan bir kuruluş, teoride. Şimdi bu gibi kuruluşların hükumetten tavdiye-izin-görüş alması neden beklenir? Hal öyle olursa nerede kalır bu kuruluşların özerk halleri.

2-Öte yandan da neticesine baktığımızda hükumetin olanı biteni bir devlet meselesi olarak gördüğü de çok açık. Dolayısıyla baskına uğrayanların resmi görevli olmaması ve geminin de resmen hükumete bağlı bir gemi olmaması Türkiye'nin şiddetli tepki vermesine engel olmadı. Gerçi resmi bir gemiye yapılacak benzer bir saldırının savaş nedeni sayılacağına dair iddialar ortaya atıldı.
Burada kafama takılan soru da şu: madem ki bu organizasyonu yapanlar ve o filoda yer alanlar bu işe tamamen kendi bilinçleri ve arzularıyla kalkıştılar, hükumetin-devletin bu denli tepki vermesi normal midir? Veya genel uluslararası teamüllerde bu gibi durumların yeri nerededir?

3-Filodakilerin en azından bazılarının gemiye binerken şehit olmaya hazır olduklarını yakınlarının ağzından dinledik. Nuray Mert'in bu noktada bence çok yerinde bir itirazı vardı. Bu durum şehit olmayı göze alanlar için değil ama almayanlar için ciddi tehlike arz ediyor. Acaba bu durum gemideki herkes tarafından bilinen bir durum muydu, yani gemide şehit olmak istemeyenler isteyenlerin varlığından haberdar mıydı? Değilse, ki değil gibi, şehit olmak isteyenlerin diğerlerine yükledikleri ciddi bir vebalden bahsetmek gerekiyor. Bunun mantıklı bir izahı nasıl verilebilir?

4-Olay günü ve ertesinde Avrupalılar haberleri nasıl veriyorlar diye internet sitelerine göz attım. Fransa'nın ciddi gazetelerinden Le Monde'un konuyla ilgili haberinde ülkenin giderek İslam dünyasına ve Doğu'ya kaydığından bahsle, "zaten liselerde Arapça dersi zorunlu hale getirildi" diye bir cümle kullanılmştı. Acaba imam-hatiplerden falan mı bahsediyor diye aynı paragrafı birkaç kere okudum ama normal liselere eklenen Arapça dersinden bahsediliyordu haberde. Galiz bir yalan.
Ne var ki yorumlu Fransız ve İtalyan sitelerine bakınca yorum yazarlarının bu eksen kaymasını zaten bir veri olarak alıp Mavi Marmara baskınını da bu minvaldeki bir olay olarak aktardıklarını gördüm.

5-Olay sornasındaki yorumlarda Filistin meselesinin Türkiye'de "dinci" kesimin içselleştirdiği bir mesele olduğunu altı çizildi ve gösterilerdeki dini ton ve kullanılan motifler eleştiri konusu oldu.
Bu noktada anlamadığım şey de şu: bu meseleyi sahiplenen başka kim var ki sahiplenen bu kesime karşı bu tarz bir tavır takınılabiliyor? Radikal'den Ceyda Karan da twitter'da aynı şekilde bir eleştiri getirmişti bu eleştirilere.

6-Bununla birlikte, Türkiye'de İsrail ile Yahudiliğin aynı kefeye konulduğu ve baskını protesto edenlerin büyük kesiminde antisemitizmin yaygın bir hastalık olduğu bir gerçek. Ne kadar başbakan ve bakanlar "Yahudi vatandaşlarımız bizim için çok değerli" minvalinde açıklamalar yapsa da protestocular nezdinde bunun ne derece geçerli olduğu tam bir muamma.

9 Haziran 2010 Çarşamba

Biz, diaspora Yahudileri, İsrail'in kafa karışıklığına "Hayır" diyoruz.


İsrail donanması komandoları, pazartesi günü içinde Filistin yanlısı eylemcilerle sağlık ve inşaat malzemeleri bulunan "Gazze’ye İnsani Yardım" filosunun uluslararası sularda ilerleyen altı gemisine baskın düzenledi. Operasyon neticesinde çok sayıda yaralı ve dokuz ölü var.


Filonun amaçladığı şeye ulaşma ihtimali az da olsa, İsrailli komandoları tahrik ettiği ve, bir İsrail yetkilisinin belirttiği üzere, "şiddetli fiziksel bir direniş" gösterdiği kabul edilse bile, neticede İsrail bir simgeye, "insancıl" bir simgeye saldırmıştır.

Aralık 2008 ve Ocak 2009’da gerçekleşen Gazze saldırılarından ötürü zaten büyük yara almış olan İsrail imajı, bu noktadan sonra daha da kötüye gidecek. Ve, tahmin edileceği üzere, dünya kamuoyunun büyüyen muhalefetine maruz kalacak.

İsrail-Mısır ablukasında boğulan, Gazze’ye yönelik saldırı nedeniyle büyük inan kaybına uğrayıp sefalete mahkûm kılınan ve yıkıntıların arasında yaşamaya çalışan Filistinli sivillere götürülen yardımdı bu. İşte bu yardım filosuna insancil sorumluluk nedeniyle eşlik edenler hayatlarını kaybettiler.

İsrail kara suları dışında kendilerine saldıran İsrail askerlerine « direnişleri » nasıl olmuş olursa olsun, hiçbir söylem ve İsrail yanlısı propaganda bu barbarlığı meşru kılamaz.

Ne terör tehlikesi ne düzenli olarak ruhu çağırılıp İsrail’i yok etmeye çabalayan “şeytani İran hayaleti” ne de İsrail’in Soykırım’dan elde ettiği utanç verici dokunulmazlık bu son hareketin kibrini meşru kılamayacaktır.

Struma’dan Exodus’a, İsrail kendi geçmişini unutuyor.
Bu geçmişi İsrail, kendi hatalarını örtme adına dünyaya aralıksız hatırlatmasına rağmen kendisi unutmuştur. Katil Avrupa’daki katliamlardan kaçan Yahudilerle dolu halde herhangi bir kıyıya yanaşmaya çalışıp reddedilen, kıyıdan uzaklaştırılan veya torpidolanan, 1942’de Karadeniz’de batırılan Struma örneğin, gemileri hatırlayalım.

Her ne kadar "Gazze’ye İnsani Yardım Filosu" ile ilgili olarak 31 Mayıs sabahında gerçekleşen olayın bu önceki trajedilerle ortak noktası yok gibi görünüyorsa da, gemi imgesi, şiddetin yöneldiği hedef, geminin İsrail-Filistin kıyılarına yanaşmaya çalışması, üzerinde düşünmeye değer.

1947’de Avrupa’dan, o zaman İngiliz mandasında olan, Filistin’e göçen Yahudi muhacirleri taşıyan Exodus’u hatırlayan var mı? Yolcularının çoğunu Soykırım’dan kurtulanlar oluşturuyordu. İngiltere donanması gemiye el koydu. Yolcuları Fransa’ya ve, nihayetinde, Almanya’ya geri yollamaya karar verdi. İngiliz baskısının acımasızlığına tanıklık eden bu hadise İsrail Devleti’nin kuruluşuna giden yoldaki son adımlardan birisiydi.

Umalım ki 31 Mayıs’ta olanlar İsrail-Filistin görüşmelerini ve bir Filistin devleti kurulmasını hızlandırsın. Fakat bunlar gerçekleşse bile (ki gerçekleşecekleri hayli şüpheli) İsrail tarihi, yine de, bir kere daha inanılmaz derecede lekelenmiş olarak kalacak.
Tarihini unutanın geleceği olmaz. İsrailliler tarihlerini unuttular ve Yahudi diasporalarını da, İsrail’in kendilerinden beklediği koşulsuz sevgi adına, kendileri gibi yapmaya zorluyorlar.

Baskın Avrupa ve Amerika için bir alarm sinyalidir.
Kan içinde kalan "Gazze’ye İnsani Yardım Filosu" sadece İsrail değil Avrupa ve Amerika için de bir alarm sinyali. İsrail, uzlaşmaz sağ siyasetin şeytanlarına teslim. Avrupa ve Amerka, sınırsız hoşgörüleri ve yüzeysellikleriyle İsrail’i sıkıştırmaktan acizler. Artık bunu yapmalarının zamanı geldi.

Gazze’ye ilk saldırının ilk yıldönümünde, basın bu felaketi "lütfen" hatırlattı. İsrail’i ve Hamas’ı savaş suçlusu addeden Richard Goldstone raporu çoktan gömüldü.(1) Ve sanki İsrail’i ödüllendirmek için (hak etmek için ne yaptı ?), OECD’nin kapıları İsrail’e açıldı.

En yakın zamanda Avrupa ve Amerika’nın doğrudan ve otoriter müdahalesiyle, kurulacak bir Filistin devleti. Bu noktadan sonra gereken budur. Bu, sadece Filistinliler bir kâbustan uyansınlar diye değil, aynı zamanda İsrail, kısa vadede onu yok olmaya götürecek, intiharvari siyasetine son versin diye de gerekli.

Türkiye, İsrail’in intiharvari siyasetinin kurbanı
Unutmayalım ki Massada sendromu İsrail’in doğasında vardır. Antik çağda, Massada’da kuşatma altındaki Judalılar düşmanla, yani Romalılar ile müzakere etmektense intihar etmeyi tercih etmişlerdi.

En insanlık dışı eylemlerini ülke içinde kendince, bir hapishanedeymis gibi, mantıklı kılmaya devam ederek ve uluslararası düşüşleri otist bir şekilde duymayarak, 31 Mayıs 2010 kanlı filo olayından sonra, İsrail, dış kuvvetler tarafından sertlikle engellenmezse, kendi içine daha fazla kapanabilir.

İsrail bu son gelişmelerden diaspora Yahudilerinin zarar göreceğini düşünüyor mu ki? İsrail’e karşı oluşan kin zaten yükselişte olan antisemitizmle biraz daha fazla karışacak.

Bu arada, ölenlerin çoğunun Türk olduğu yeterince vurgulandı mı? Türkiye, 1930lu yıllarda kaçmak zorunda kalan birçok Yahudi Alman entelektüeline kucak açan, İkinci Dünya Savaşı zamanında Siyonist militanların Avrupa’dan Filistin’e kaçmasına rıza gösteren ülkeydi. Uzun süre İsrail’i tanıyan yegâne Müslüman devlet olarak kalmıştı. Hala orada yaşayan 20.000 Yahudi’nin başına, şimdiden sonra, kötü bir şey gelmeyeceğini ummaya cesaret edelim.


J-Call İsrail’in fütursuzluğunu kınayabilecek mi?

Bu 31 Mayıs olayı, ayrıca JCall kampanyası için de bir sınav. JCall (www.jcall.eu), "Mantığa çağrı" adlı, İsrail’e bağlı olmakla birlikte, İsrailli siyasetçilerin siyasetini serbestçe eleştirme haklarını kullanan Avrupalı Yahudiler tarafından başlatılan bir hareketten doğdu. (Amerikan Yahudileri de 2008’de J-Street adında ilerici ve barışçı bir lobi kurmuşlardı: http://jstreet.org/).

J-Call, acaba, CRIF (le Conseil Représentatif des Institutions Juives de France/Fransa Yahudi Kurumlarını Temsil Konseyi: http://www.crif.org/) gibi İsrail’e göbek bağıyla bağlı, sağcı, ve İsrail’den gelecek, en kötüsü de dâhil, her şeyi kabul etmeye hazır Yahudi kurumlarının takındığı radikal tavırlardan açık bir biçimde farklılaşmayı cesaretle başaracak mı?

Aramızdan bazıları bu çağrıyı imzaladı, çekincelerine rağmen.(2) JCall sözlerini tutacak mı? Zaman geçirmeksizin harekete geçecek mi? Bu olayı, hiç çekincesiz, kınayacak mı? Uluslararası bir soruşturma açılmasına destek verip buna dair bir çağrı yayınlayacak mıi?
(Bu makalenin Türkçeye tercüme edildiği sırada JCall İsrail’in bir tuzağa düştüğünü ve iki yandaki aşırılık yanlıları yüzünden İsrail-Filistin görüşmelerinin suya düştüğünü beyan etti).

Zaman tüm diaspora organizasyonları için çok önemli. Filodaki ölümler, İsrail’in suçlanamazlığının kurbanları adına, sırtımızda taşıdığımız tarih adına, biz, diaspora ve İsrail Yahudileri, Filistinlilerin acısı bitsin ve bir Filistin devleti nihayet kurulabilsin diye, insanlığımızı ele alıyoruz ve İsrail’in yitmesine hayır diyoruz.

1.Yahudi asıllı Güney Afrikalı yargıç, Gazze saldırısı üstüne Birleşmiş Milletler için bir rapor hazırlayıp hem İsrail’in hem de Hamas’ın savaş suçu işlediklerini yazmıştı. Hamas ve İsrail raporu kabul etmedi. İsrail propagandası, Yargıç Goldstone’un kendi Yahudi kimliğinden nefret ettiği için bu raporu kale aldığını beyan etti.

2.Benbassa'nın bu bildiriye neden imza attığını açıkladığı yazısı için:
yazı için tıklayınız

Esther Benbassa

Metnin orijinaline ve Esther Benbassa'nın diğer benzer yazılarına erişmek için:
www.rue89.comadresine göz atabilirsiniz.

Esther Benbassa, Ecole Pratique des Hautes Etudes, Sorbonne, Paris’de çağdaş Yahudi Tarihi profesörüdür. Osmanlı ve Fransız yahudileri uzmanıdır. Bazıları Türkçeye'de çevrilmiş birçok kitabı bulunmaktadır. Fransa kamuoyunda aktif bir entelektüel olarak tanınmaktadır. Daha ayrıntılı bilgiyi ve yazdıklarından bazı örneklere kişisel sitesinden ulaşabilirsiniz.
www.estherbenbassa.net

*Metni çevirme izni için Esther Benbassa'ya teşekkürler.