medya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
medya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Şubat 2013 Cuma

Türk dizileri neden bu kadar uzun? Ekonomik ve diğer nedenler




Türk dizilerinin bölüm süreleri neden bu kadar uzun?

Kime göre, neye göre uzun diyeceksiniz. Türkiye’de de en azından ‘AB’ grubunun yoğun ilgisini çeken Amerikan dizileriyle bir karşılaştırma yapalım. Yılda yirmi küsür bölümle ekrana gelen Amerikan durum komedilerinin her bir bölümü (net, yani reklam hariç) 25 dakikanın altında. Aynı gösterim sıklığına sahip CSI, 24 gibi aksiyon/gerilim dramalarında süre net 45 dakika civarında. Daha büyük bir prodüksiyon gerektiren Sopranos ve Game of Thrones gibi dramalar yılda yaklaşık on defa izleyiciyle buluşsa da bölüm uzunlukları net 1 saati aşmıyor. Türk dizileri ise, yayın sezonu boyunca istisnasız her hafta seyirciyle buluşurken her bir bölüm mutlaka net bir saatin üzerinde, pek çok yapımda ise bir buçuk saati dahi aşıyor, böylece tek bir yapım reklamlarıyla özetleriyle birlikte tüm bir akşamı götürüyor. Yalnız Kuzey Güney, Ezel, Fatmagül’ün Suçu Ne? gibi dramalar değil, Yalan Dünya gibi bir komedi bile net bir buçuk saat. Zurnanın zırt dediği yer yenilerde İntikam dizisinin ilk bölümünün aynı kanalda bir gece boyunca art arda üç kere gösterilmesi oldu. Neden? Yapımcılar ve kanal yöneticileri bunu neden tercih ediyor, izleyiciler buna neden tahammül ediyor? İnsanın aklına iki temel neden geliyor. 

29 Temmuz 2009 Çarşamba

mizah ve cinsellik

Alper’in diğer yazıya yazdığı yorumu hatırlayalım.
Mizah dergilerindeki şu aşırı cinsellikten dem vurmuştu. Ben de katılıyorum Alper’in bu tesbitine. Mizah dediğimiz şeyde, evet cinsellik oluyor, belki de olmalı. Ama bunun da bir ölçüsü olmalı. Neyse derdim o değil şimdilik.

Daha önce yazdığım gibi Friends dizisine takıldım, 10 sezonunu bitirinceye kadar da herhalde rahat etmiycem, durum o yönde. İzlerken izlerken şunun farkına vardım: dizi bir komedi dizisi ama cinselliki ve müstehcenliği de sonuna kadar kullanıyor. Son of bitch’ten tutun da threesome’lara, aklınıza ne gelirse mizah öğesi olarak kullanılıyor. Cnbc-e dizilerine baktığımız zaman da –ağırlığı değişmekle beraber- benzer bir durumun onlarda da olduğunu gözlemliyoruz. Aklıma hemen gelen bir örnek, Two and a half men dizisinde Charlie annesiyle olan ilişkisinden ötürü bir bölümde yattığı kadınları annesinin suretiyle görmeye başlar. Ve olaylar gelişir…

Sadede geliyorum. Amerikan dizilerinde yer aldığı zaman kahkahalarla izlediğimiz bu cinsellik neden Türk komedi dizilerinde gözümüze batar? Gerçi diyeceksiniz ki Türk komedi dizisi ne var ki, bir Avrupa Yakası vardı o da bitti. Haklısınız da, yine de düşünüyorum ben bir Türk dizisinde “orospu çocuğu seni” veya “sürtük hemşireyi önce ben becermek istiyorum” tarzı bir replik duymaktan hoşlanmayacağımı sanıyorum. Denebilir ki “e kardeşim biz Amerika değiliz, aile değerleri, gelenekler, görenekler, RTÜK…”. Hepsine eyvallah da ben bu repliklerin İngilizcesini uygun yerlerde mizah öğesi olarak duymaktan rahatsız olmuyorum ama Türk dizisinde bu kelimeleri duysam rahatsız olurum.

Neden böyle acaba diye düşünürken aklıma şu geldi. Neticede bu Türk dizileri kalabalık aile ortamlarında izlenen şeyler. E insanın anası babası yanındayken bu tarz sözler duymak rahatsızlık verici olabilir. Amerikan dizileri genellikle alt yazılı olduğundan ebeveynler anlayamıyor veya alt yazıları takip edemiyor; hatta bu ecnebi dizileri teknolojinin nimetlerinden takip ettiğimiz için odamızda tek başımıza da izleyebiliyoruz, kahkahalar atarak.

Ey blog gençliği, kıymetli karilerim, ne dersiniz bu sorunsalım hakkında?

mizah üzerine

Mizahtan devam edelim.
Geçen ay şimdi tam olarak nedenini hatırlayamadığım bir biçimde Friends dizisine sardım. Resmen sardım. Gecenin bir körü 2. sezonun 5. bölümünden falan izlemeye başladım youtube’den. Her gün en az üç bölüm izliyorum ki arada 12 bölüme kadar da çıktığım oldu. Öncesinde diziyi hiç izlememiş değildim, en azından karakterleri üç aşağı beş yukarı biliyordum ama uzun uzadıya izlediğim iki bölümü yoktu. Digitürksüz bir hane oluşumuzdan bu diziyi sadece 2000 yazında atv’de verdikleri sırada izleyebilmiştim –ki uzun ömürlü olmamıştı dizinin atv serüveni.

İzlememin nedeni elbette dizinin çok komik olması ve kendisini seyrettiriyor olması –yoksa zorum ne her gün oturayım da izleyeyim youtube’den. Sezonlar ilerledikçe dizinin aslında belli bazı şablonlar üzerinden ilerleyen bir mizah yaptığının farkına varıyorsunuz. Yani otursak bir iki sezonu izlesek bu şablona tamamen erişebiliriz. Nitekim ilerleyen bölümlerde neyin ne zaman olacağını, Joey’in neye nasıl salakça bir tepki vereceğini, Ross’un suratının nasıl şekilden şekle gireceğini artık tahmin edebiliyorsunuz. Bununla birlikte diziye aşina olmanız diziyi izlemekten alıkoymuyor sizi. Üstelik gülmekten de alıkoymuyor, en azından ben ve Aytuğ söz konusu olduğunda.

İzlediğim yabancı dizilerin hepsi cnbc-e’de yayınlananlar, yukarıda da zikrettiğim gibi DTsiz bir haneyiz comedy max tarzı kanallardan yoksunuz yani. Bu Amerikan sit-comlarını izleyenler zaten bilirler aslında bu tür dizilerin hepsinde bir noktadan sonra karakterlere, durumlara, tepkilere aşina oluyoruz. Tahmin edebilir hale geliyoruz önceden olabilecek olanı –çoğu zaman da doğru çıkıyor tahminlerimiz. Buna rağmen bu öngörü kabiliyeti bizi gülmekten alıkoymuyor. Yine aynı hareketlere falan gülmeye devam ediyoruz.

Ben bunu saçma buluyorum açıkçası. Neticede mizah denen şeyin öngörülemeyenden kaynaklanması gerektiğine kani bir insan olarak eğer adamın düşeceğini biliyorsam, adam da düşerse bu bence komik değildir. Ama gelin görün ki bu ecnebi sit-comlarda bu benim önermem çöküyor, hem de önermenin bizatihi sahibi tarafından çökertiliyor:)

Var mı bu sorunsalıma bir akıl fikir vermek isteyen?

11 Temmuz 2009 Cumartesi

Komik mi gülünç mü?

Son zamanlarda kafama takılan bir şey var: Gülmek. Neye niçin ne zaman gülüyoruz gibi sorular sorup cevap aramaya çalışıyorum. Aşağıdaki yazı da esasen bu soruların kafamda oluşmasını tetikleyen şeyler etrafında dönüp dolaşıyor.

Biliyorsunuzdur bu sezon ekranlardaki en gözde programlardan birisi de Beşiktaş Kültür Merkezi’nin Kanal D için hazırladığı Çok Güzel Hareketler Bunlar adlı programdı. Bilmeyenlere kısaca anlatmak gerekirse, programda BKM kadrosundaki genç oyuncular yer alıyor. Bu oyuncular tamamen kendi yazdıkları bazı skeçlerde* rol alıyorlar. Sahne BKM’nin kendi sahnesi, gerçek izleyiciler var. Ha bir de Yılmaz Erdoğan var elbette ekibin başı olarak. Her hafta oyuncular seyirci karşısına çıkıp bu işi tekrarlıyorlar. Sanıyorum bu gösterinin biletleri de ayrıca satılıyor. Yani biz ekran başındakiler bu oyuncalar için ücret vermiyoruz ama doğrudan sahnede bu gösterileri izleyenler bilet satın alıyorlar.

Popüler televizyon kültürünü az buçuk takip edenler zaten bilir (Aytuğ kulakların çınladı mı?) bu tarz, doğaçlamayı da barındıran tiyatrosal programlar geçen seneden beri ekranlarımızı şenlendiriyor. Komedi Dükkanı (TV 8, TRT) buna bir örnek. Yukarıdaki ÇGHB da aynı bu tarz bir program -Kanal D’nin, TRT’ye kaptırdığı K. Dükkanı’na rakip olarak tasarladığı bir program.

Takıldığım nokta şurası: bu genç adamların ve kadınların yazıp oynadıkları skeçler beni hiç ama hiç güldürmüyor. Herkesin ayıla bayıla güldüğü bu gösteriye ben neden gülmüyorum acaba diye sorunca, benim için fazlasıyla basit kaçtığına kanaat getirdim. Bir örnek vermek gerekirse: geçen haftalarda olay olan Mehmet Topuz transferini biliyorsunuzdur. Önce “ölümüne Beşiktaşlıyım” deyip sonradan Fener’e imza atan futbolcumuz. İşte bu futbolcumuzun soyadından hareketle “hepimiz Mehmediz hepimiz topuz” esprisi yapıldı. Mesele bu lafın skece oturup oturmaması değil, mesele bundan mizah çıkartmaya çalışan genç insanların varlığıyla buna katıla katıla gülen bir grup başka insanın varlığı. Bu program bir kış programı. Yeni sezonda da ekranlarımızdaki o en güzide, o en güzel yerini alacak.
Burada belki şunu da eklemek gerekebilir, bahsi geçen program AB grubunda da son derece iyi reytingler alıyor. Hani “eğitimsiz halkımız bunlara gülüyor işte, ıyyy” denebilecek noktada değiliz pek. Gerçi AGB’nin ölçümleri ne derece sağlıklı, AB grubu kriterleri gerçekten AB grubunu yansıtıyor mu tarzı (yine Aytuğ’a selamlar) sorular yok değil, ama şimdilik onları tartışma dışı tutmada faide görmekteyim.

Çok benzer bir diğer örnek yine Kanal D’den geliyor. Haneler adlı bir yaz programı var. Dizilerden tanıdığım başarılı simaları bir araya getiren, kadrosuna bakılınca başarılı olacağı izlenimi veren bir program: haneler.blogspot.com Gelin görün ki işler öyle gitmiyor. Bu program da gene tiyatrosal skeçlerden oluşuyor. Yazarlar kimdir bilmiyorum. Ferhan Şensoy’un bir alakası olduğuna dair bir malumatım var ama çok da emin olamıyorum. Durduk yere adamı da işin içine sokmayayım. İlk bölümüne birkaç dakikadan fazla tahammül edemedim ekran başında. Gülme isteğinizden ziyade Türkçede olmamasından fazlaca sıkıntı duyduğum “başkasının adına utanma” duygunuzu tahrik ediyor. Hatırlayın geçen haftalarda bir de eşcinsel hakem konusu vardı ülkemizde. Kısaca, bir futbol hakemi, eşcinsel olması hasebiyle ayrımcılığa uğradığını iddia ediyor. Haneler adlı bu güzide programda, bu konu Cemil İpekçi bıyığı takılan bir karakter üzerinden anlatıldı. Tahmin edebileceğiniz her türlü pespaye biçimde hakem karakteri bize eşcinselliğini gösterdi: futbolculara bakıp iç geçirmeler, tribünlerden gelen tezahüratlara (“… hakem”) cevap vermeler, orta hakemle girilen diyaloglar… Bu program da AB reytinglerinde fena bir yerde değil. 9 Temmuz Perşembe akşamki bölüm AB’de 3. olmuş. Bu bir yaz programı. Muhtemelen yazı tamamlayıp aramızdan ayrılacak.

Derdim siyaseten doğruculuk değil. O kadar ulu bir insan değilim, bu tarz espriler asla ve kat’a yapılmasın demiyorum. Ama bu kadar da basit yapılmasın. Derdim basitlikle sanırım. Hem de basitliğin bu derece paye görmesiyle. Her daim ne kadar romantik ne kadar duyarlı olduğundan dem vuran Yılmaz Erdoğan’ın yetiştirdiği talebeleri yaptıkları basit mizah sayesinde alkış alırken, üstatları da sahneye çıkıp onlara aferin diyor. Bu işin üretici kısmı. İşin bir de tüketici kısmı var ki asıl belirleyici olan bu kısım bence zira üretenler mizahı tüketecek olanları güldürme amacıyla yola çıkıyorlar zaten. Yani onları güldürecek bir şeyler yaratma peşindeler. Şu halde, ülkedeki mizah anlayışıyla benim mizah anlayışım arasında derin bir uçurum olduğunu müşahede ediyorum.

Konu hakkında bir zamandır kafa yorduğum için, daha yazacaklarım var. Katkınızı da bekliyorum. Neye niye gülüyorsunuz?

*komik not: Word yabancı kökenli skeç yerine bana oyunca kelimesini önerdi.

29 Mart 2009 Pazar

Yerel Seçimlerin Sonucunu Gösteren Haritalandırma Nasıl Olmalı?

Tahmin edersiniz ki, bu seçim beni çok mobilize etti. Daha ben bu seçim hakkında yazarım. Yazılacak şey çıkacak zira: Örneğin, CHP'nin il genel meclisi seçiminde Türkiye'de %17,5 oy alıp, belediyelerde %24 oy alması. Al sana Baykal, bundan daha açık "defol git" nasıl denir acaba?

Neyse, bu sonuçlar daha kesine yakın bile değil, o yüzden bu erken değerlendirmeleri bırakalım, seçim sonuçları nasıl gösterilmeli (medya tarafından) ona odaklanalım.

Bizde yerel yönetim mantığı sanıyorum ülkenin %99'u tarafından halen kavranabilmiş değil. Artık anlaşılması gereken şey şu ki, "il eşit değildir şehir". Medyanın da seçim sonuçlarını verirken bu hatayı yaptığına şahit oluyoruz. Yani Bursa Büyükşehir Belediyesi sonuçlarını sanki o ilin tamamını yansıtıyormuş gibi veriyorlar. Oysa ki, Bursa Büyükşehir Belediyesi için o ilin yalnızca üç ilçesinde oturanlar oy kullanıyor, çünkü bu bu belediyenin yönettiği alan sadece o üç ilçeyle sınırlı. Aynı hata merkez ilçe belediyelerinde de yapılıyor. Bu sorunu, il adlarıyla şehir adlarını birbirinden ayırmadan nasıl çözeriz, biri bana anlatsın.

Bence seçim sonuçları haritalandırılırken üç Türkiye haritası olmalı. Bunlar:

A – İllere bölünmüş, il genel meclisi seçimi sonucuna göre renklendirilmiş.
B – İlçelere bölünmüş, ilçe belediye başkanlığı seçimleri sonucuna göre renklendirilmiş. Çünkü il belediyesi diye bir şey yok. Yozgat Belediyesi Yozgat ili belediyesi değil, Yozgat Merkez ilçe belediyesi.
C – İlçelere bölünmüş, büyükşehir belediyelerini oluşturan şehir sınırları (il değil) gösteriliyor, büyükşehir belediye başkanlığı seçim sonucuna göre renklendirilmiş. Çünkü büyükşehir belediyesi il belediyesi değil, birden fazla ilçenin biraraya getirilmesiyle kurulmuş bir üst belediye. Örneğin, Bursa Büyükşehir Belediyesi için yalnızca Nilüfer, Osmangazi ve Yıldırım ilçeleri oy kullanıyor. Yine Bursa ilinin (Bursa şehrinin değil) bir ilçesi olan (ama uzak ilçesi, yani aslında “kaza”sı) İznik’te oturanlar, yerleşim birimi olarak Bursa şehrinde değil, İznik şehrinde oturduklarından Bursa Büyükşehir Belediyesi için oy kullanmıyorlar.

Böyle bir ayrıştırma yapan bir TV kanalı ya da website bulan varsa, Allah rızası için beni bilgilendirsin. Diğer seçim sonucu haritaalarına bakarken, sevgili dostlar, şunu hatırımızdan çıkarmayalım: İl eşit değildir şehir. Bir tür dezenformasyon diğer türlüsü çünkü.

Bir de: GO KILIÇDAROĞLU GO! Bence bu adam için en hayırlısı, %40'ın üzerinde, ama Topbaş'ın 1-2 puan gerisinde seçimi kaybetmek olacak. Böylece, asıl ilerleyebileceği alan olan ulusal siyasette kalacak, ama fark yaratabildiğini, CHP'nin İstanbul'da %40'tan fazla oy alabileceğini göstermiş olacak. Siz ne dersiniz?