Son zamanlarda kafama takılan bir şey var: Gülmek. Neye niçin ne zaman gülüyoruz gibi sorular sorup cevap aramaya çalışıyorum. Aşağıdaki yazı da esasen bu soruların kafamda oluşmasını tetikleyen şeyler etrafında dönüp dolaşıyor.
Biliyorsunuzdur bu sezon ekranlardaki en gözde programlardan birisi de Beşiktaş Kültür Merkezi’nin Kanal D için hazırladığı Çok Güzel Hareketler Bunlar adlı programdı. Bilmeyenlere kısaca anlatmak gerekirse, programda BKM kadrosundaki genç oyuncular yer alıyor. Bu oyuncular tamamen kendi yazdıkları bazı skeçlerde* rol alıyorlar. Sahne BKM’nin kendi sahnesi, gerçek izleyiciler var. Ha bir de Yılmaz Erdoğan var elbette ekibin başı olarak. Her hafta oyuncular seyirci karşısına çıkıp bu işi tekrarlıyorlar. Sanıyorum bu gösterinin biletleri de ayrıca satılıyor. Yani biz ekran başındakiler bu oyuncalar için ücret vermiyoruz ama doğrudan sahnede bu gösterileri izleyenler bilet satın alıyorlar.
Popüler televizyon kültürünü az buçuk takip edenler zaten bilir (Aytuğ kulakların çınladı mı?) bu tarz, doğaçlamayı da barındıran tiyatrosal programlar geçen seneden beri ekranlarımızı şenlendiriyor. Komedi Dükkanı (TV 8, TRT) buna bir örnek. Yukarıdaki ÇGHB da aynı bu tarz bir program -Kanal D’nin, TRT’ye kaptırdığı K. Dükkanı’na rakip olarak tasarladığı bir program.
Takıldığım nokta şurası: bu genç adamların ve kadınların yazıp oynadıkları skeçler beni hiç ama hiç güldürmüyor. Herkesin ayıla bayıla güldüğü bu gösteriye ben neden gülmüyorum acaba diye sorunca, benim için fazlasıyla basit kaçtığına kanaat getirdim. Bir örnek vermek gerekirse: geçen haftalarda olay olan Mehmet Topuz transferini biliyorsunuzdur. Önce “ölümüne Beşiktaşlıyım” deyip sonradan Fener’e imza atan futbolcumuz. İşte bu futbolcumuzun soyadından hareketle “hepimiz Mehmediz hepimiz topuz” esprisi yapıldı. Mesele bu lafın skece oturup oturmaması değil, mesele bundan mizah çıkartmaya çalışan genç insanların varlığıyla buna katıla katıla gülen bir grup başka insanın varlığı. Bu program bir kış programı. Yeni sezonda da ekranlarımızdaki o en güzide, o en güzel yerini alacak.
Burada belki şunu da eklemek gerekebilir, bahsi geçen program AB grubunda da son derece iyi reytingler alıyor. Hani “eğitimsiz halkımız bunlara gülüyor işte, ıyyy” denebilecek noktada değiliz pek. Gerçi AGB’nin ölçümleri ne derece sağlıklı, AB grubu kriterleri gerçekten AB grubunu yansıtıyor mu tarzı (yine Aytuğ’a selamlar) sorular yok değil, ama şimdilik onları tartışma dışı tutmada faide görmekteyim.
Çok benzer bir diğer örnek yine Kanal D’den geliyor. Haneler adlı bir yaz programı var. Dizilerden tanıdığım başarılı simaları bir araya getiren, kadrosuna bakılınca başarılı olacağı izlenimi veren bir program: haneler.blogspot.com Gelin görün ki işler öyle gitmiyor. Bu program da gene tiyatrosal skeçlerden oluşuyor. Yazarlar kimdir bilmiyorum. Ferhan Şensoy’un bir alakası olduğuna dair bir malumatım var ama çok da emin olamıyorum. Durduk yere adamı da işin içine sokmayayım. İlk bölümüne birkaç dakikadan fazla tahammül edemedim ekran başında. Gülme isteğinizden ziyade Türkçede olmamasından fazlaca sıkıntı duyduğum “başkasının adına utanma” duygunuzu tahrik ediyor. Hatırlayın geçen haftalarda bir de eşcinsel hakem konusu vardı ülkemizde. Kısaca, bir futbol hakemi, eşcinsel olması hasebiyle ayrımcılığa uğradığını iddia ediyor. Haneler adlı bu güzide programda, bu konu Cemil İpekçi bıyığı takılan bir karakter üzerinden anlatıldı. Tahmin edebileceğiniz her türlü pespaye biçimde hakem karakteri bize eşcinselliğini gösterdi: futbolculara bakıp iç geçirmeler, tribünlerden gelen tezahüratlara (“… hakem”) cevap vermeler, orta hakemle girilen diyaloglar… Bu program da AB reytinglerinde fena bir yerde değil. 9 Temmuz Perşembe akşamki bölüm AB’de 3. olmuş. Bu bir yaz programı. Muhtemelen yazı tamamlayıp aramızdan ayrılacak.
Derdim siyaseten doğruculuk değil. O kadar ulu bir insan değilim, bu tarz espriler asla ve kat’a yapılmasın demiyorum. Ama bu kadar da basit yapılmasın. Derdim basitlikle sanırım. Hem de basitliğin bu derece paye görmesiyle. Her daim ne kadar romantik ne kadar duyarlı olduğundan dem vuran Yılmaz Erdoğan’ın yetiştirdiği talebeleri yaptıkları basit mizah sayesinde alkış alırken, üstatları da sahneye çıkıp onlara aferin diyor. Bu işin üretici kısmı. İşin bir de tüketici kısmı var ki asıl belirleyici olan bu kısım bence zira üretenler mizahı tüketecek olanları güldürme amacıyla yola çıkıyorlar zaten. Yani onları güldürecek bir şeyler yaratma peşindeler. Şu halde, ülkedeki mizah anlayışıyla benim mizah anlayışım arasında derin bir uçurum olduğunu müşahede ediyorum.
Konu hakkında bir zamandır kafa yorduğum için, daha yazacaklarım var. Katkınızı da bekliyorum. Neye niye gülüyorsunuz?
*komik not: Word yabancı kökenli skeç yerine bana oyunca kelimesini önerdi.
3 yorum:
Ben aynı sorunu mizah dergileriyle yaşıyorum. Birkaç sıradışı çizer (en başta Umut Sarıkaya gelir) dışında genel bir niteliksizlik ve pespayelik hakim. En önemlisi de, galiz [bilmeyenler için TDK: kaba ve çirkin, iğrenç] olma noktasına varan gereksiz bir müstehcenlik... 80'lerin sonlarından itibaren Türk mizah dergilerinin kabuklarını kırıp serbest cinselliği, bunun getirdiği toplumsal çelişkileri (misal maganda meselesi) vb kendilerine başlıca konu edinmeleri üzerine baya söz söylendi zaten, biliyorsunuz. Bu 'açılımın' mizahın ifade gücüne bir zaman için katkıda bulunduğunu teslim edelim. Ama gelinen noktada artık (kirli) cinsellik mizahın grameri olmuş, her türlü konu cinsellik çağrışımı yapan bir dil ve semboller dizisiyle ifade oluyor (tıpkı zamanında belli bir siyasi duruşun mizahın gramerini belirlemesi gibi). Ve bu o kadar kendini tekrarlayan ve basit bir biçime bürünmüş ki... Şöyle oturup ailecek okuyamıyoruz falan demeyeceğim, şahsen beni rahatsız ediyor... N'oluyoruz lan!! Biraz terbiyeli olun yahu... Lan!!?? Üstelik gülmüyorum bile. Bu en çok Leman, Lemanyak, Lombak için geçerli. Penguen galizlik sınavından geçiyor ama kalite olarak çok da tırmanamıyor yukarı. Görece ayakta kalabilen Uykusuz.
Bir de şu mesele var. Mesela ecnebi arkadaşlarım için bu dergilerde gülecek hiçbir şey yok. Onlarla beraber baktığımızda bende de Onur'un bahsettiği "başkası adına utanma" duygusu uyanıyor (burada işin içine milliyet unsuru girdiği için aslında o başkasının yerine kendimi de koyuyorum ister istemez). Bu kirli cinsellik gramerinin içine o kadar düşmüş ki bizim çizerler; yalnızca o gramere, o dile aşina birisi için bir şey ifade edebiliyor yazdıkları çizdikleri. E ama hani mizahın evrenselliği falan..?
Dergi mizahı konusunda da ayrıca birşeyler karalamayı umduğum için yorum kısmını pas geçiyorum şimdilik.Ama Alper'in şikayetçi olduğu durumdan şikayetçi olduğumu hemen buracıkta belirtmem çok da sıradışı olmasa gerek.
-şirinler skeciyle tam bir rezalet yaratmış program. bu kadar mı kötü olur, neden ve nasıl dayandım bilmiyorum.
(viva la vida, 18.07.2009 00:00)
-haneler'den dahi kötü bir yapım.
öyle birşey ki ancak anaokulunda yazılıp oynansa, çocukların hatırına güler gibi yapılabilir.
(defacto, 18.07.2009 00:14)
-eğleniyormuş gibi yapan oyuncuların yaptığı iş. yeni trend bu herhalde. ne kadar doğalız, ne kadar zekiyiz, ne kadar eğlenceliyiz, ne kadar spontaneyiz, ne kadar birbirimize benzeriz...
koyun olacaklarına çoban olmayı denese ya birileri de. ama yemez işte. program için homer simpson'dan gelsin;
(bkz: boring)
(s7evin, 18.07.2009 01:02)
Tam da benim yazının üzerine show tv de boş durmadı yepisyeni bir şov programı başlattı.Bu Film Bitmez diye.Ekşi'den yaptığım program üzerine alıntılar benim gibi başkalarının da olduğunu göstermesi açısından içimi ferahlattı.
meraklısına yerüstünden notlar:
Mizah yazıları kafamda oluşmaya devam ediyor ama şimdilerde biraz da akademya dediğim için sevgli karinimi yazılarımdan biraz mahrum bırakmak zorundayım.Kusuruma bakmayınız.
Yorum Gönder