2 Şubat 2016 Salı

Barış Manço’nun en güzel şarkısı Adele’den mi çalıntı, yoksa Led Zeppelin mi Kurtalan Ekspres? Popüler müzikte intihal meselesi üzerine

Alper H. Yağcı, 2 Şubat 2016



Hazır stoklarda düşünce özgürlüğü tükenmişken siyasi yazılara ara verip künyemizde vaat ettiğimiz ‘serbest kültür çalışmaları’ üretimine döneyim istedim. Hatırlayanlar vardır, blog’umuz, hissesine düşen on beş dakikalık şöhreti bir edebi intihal (başkasının eserini kendisinin gibi göstermek) tartışması sayesinde yaşamıştı. Şimdi konumuz yine intihal, ama müzikte intihal. Bu sefer öne süreceğim şey şu—abartarak yazayım ki ne dediğim belli olsun: popüler müzikte intihal diye bir şey olmaz arkadaşlar, eğer bir çalıntı şarkı vakası keşfettiyseniz onu yavaşça yere bırakın, aman çok belli etmeyin, muhtemelen öyle bir şey yoktur. Çaldıysa da miri malı çalmıştır.  

Malum; müzik, hele popüler müzik, edebiyata kıyasla herkesin daha çok maruz kaldığı, daha kolay erişim sağladığı, ve bu yüzden üzerine söz söylemeye daha vakıf hissettiği bir faaliyet. Bu yüzden şöyle bir şey oluyor, herhangi birisi çıkıp sevip beğenerek dinlemiş olduğumuz şarkıların ‘çalıntı olduğu’ ilan edebiliyor. Yenilerde mesela Adele’in bir Ahmet Kaya şarkısını ‘çaldığı’ gündeme geldi. Bu iki ismin yanyana gelmesi ‘ne alaka’ dedirttiği için olsa gerek, galiba şakayla da karışık olarak epey konuşuldu. Peki Adele’in şarkısı Ahmet Kaya’nın şarkısına gerçekten benziyor muydu? Yani, iki el iki ayak Adele’de de var, rahmetli Ahmet Kaya’da da vardı. Adele, Ahmet Kaya’ya ne kadar benziyorsa, şarkıları da o kadar benzeşiyor.

Bana bu yazıyı yazdıran, Barış Manço’nun ölüm yıldönümü münasebetiyle fark ettiğim, daha az bilinen bir vaka. Barış Manço—Kurtalan Ekspres işbirliğinin en sevdiğim şarkısı Ne Ola Yar Ola’nın (1978) Belçikalı müzisyen Michel Polnareff’in Le Bal des Laze (1968) şarkısından 'çalıntı' olduğunu öğrendik (!) yakın zamanda. Aslında şarkıların açılış akorları, on-onbeş saniye boyunca birbirlerini şöyle bir andırıyor, o kadar. Peki ya gerisi? Bambaşka iki şarkı var ortada. Sound ve ruh olarak Ne Ola Yar Ola’ya bana kalırsa daha çok benzeyen bir başka şarkı Led Zeppelin’den No Quarter (1973). Peki No Quarter, Le Bal des Laze’a benziyor mu? Alakası yok. Demek ki Ne Ola Yar Ola’ya bakınca farklı esin kaynaklarını bir araya getiren bir yaratım süreci görüyoruz. Üstelik bu tartışmadan habersiz birine şarkının yapacağı ilk çağrışım Led Zeppelin falan değil muhtemelen Manço’nun daha önce yorumladığı Gesi Bağları vb türküler olacaktır. İntihal şöyle dursun, özgünlük tam da budur. (Bu arada Barış Manço’nun Kurtalan Ekspres ile bir araya gelmeden önce çalıştığı müzisyenlerden birinin, Led Zeppelin’in öncülü Yarbirds’te çaldığını biliyoruz, Manço’nun Belçika yıllarında Michel Polnareff ile bizzat çalışmış olduğuna dair rivayet ise daha muğlak).

Bu tarz iddiaları ortaya atanların farkına varmadığı şey sanırım şu: Popüler müzik, müthiş ölçüde basit, basit olduğu için de yaratıcılık imkanları kısıtlı bir şey. Çoksesli ve deneysel türlerle kıyaslandığında durum bu. Pop şarkısı deyince üç dört dakikadan uzun sürmeyen, esasen üç tonal akorla ve harcıalem dans ritimleriyle icra edilen bir formattan bahsediyoruz. Haliyle, zaten her şarkı birbirine benziyor. A şarkısı kendisinden önceki B şarkısına benzer, B kendisinden önceki C şarkısına, C’den de önce bir D vardır, D de genellikle anonim bir halk şarkısına gider dayanır... Bu soyağacının farkında olan birisi için A’nın B’ye benzerliği bir geleneğin devir-daiminde bir iletişim halkasıdır yalnızca. Çalıntı var diye ortalığı velveleye veren de çoğunlukla görgüsünün B’nin berisine uzanmadığını belli eder, başka bir şeyi değil.

Şöyle düşünün: Konya Ovası’ndan doğuya bakan biri için Erciyes dağı varılabilecek en yüksek zirve gibi görünebilir. Oysa ki Erciyes yalnızca yerel bir zirvedir ve görgüsünü genişletip daha ilerideki Ağrı Dağı’nı keşfeden birisi bunun farkına varacaktır. Ağrı’nın Erciyes’ten çok da üstün olmadığı ise ancak küresel zirve olan Everest’ten haberdar birine aşikar olur. Matematik ve istatistik disiplinlerinde sıkça kullanılan yerel zirve (local optimality, local maximum) ve küresel zirve (global optimality, global maximum) arasındaki ayrımdan bahsediyorum.


İntihal meselesinde durum genellikle şöyle: Büyük çoğunluk ovalarda gezinip yerel zirvelere başlarını kaldırarak bakıyor. Arada bir, aramızdan birisi bir Ağrı Dağı keşfedip kendini dünyanın tepesinde zannediyor. Oysa ki Himalayaların eteklerini bile görmüş değil.

Uzun lafın kısası, müziğin üretimi her daim kolektif, popüler müzik ise son kertede kendini tekrarlamak zorunda olan basit bir form. Çalıntı bir şarkı mı ‘keşfettiniz?’ Önce bir sakin olun, muhtemelen öyle bir şey yoktur. Çaldıysa da miri malı çalmıştır.

Peki çalıntı tespit etmeye neden bu kadar hevesliyiz? Belki de biraz, haklı olarak, haksız şöhretleri kıskandığımızdan. Bununla şunu kastediyorum: Müziğin üretimi her daim kolektif olsa da, ürünün paylaşımı kolektif değil, hayli bireysel. Örneğin plak şirketi tarafından söz ve müziği Barış Manço’ya ait olarak tescil edilmiş olan Ne Ola Yar Ola’yı Kurtalan Ekspres tarafından müthiş bir incelikle icra edilen düzenlemelerinden soyutlamak mümkün olmamalı, fakat oluyor işte. Yani pek çok kişinin emeğinin ve yeteneğinin eseri olan bir şarkı, medyanın ve müzik endüstrisinin abartılı övgülerle gözümüzde ilah gibi büyüttüğü bir ‘yıldızın’ üzerine kalıyor, sonra da asıl yaratıcının kim olduğunu tartışıp duruyoruz. Oysa ki popüler müzikte bile bu her zaman böyle değildi. Popüler müzik 1950’lerde ABD’de (rock’n roll, rockabilly) ve 1960’larda İngiltere’de (rock) ilk ortaya çıktığında müzisyenler şöhretlerini hal-i hazırda dolaşımda olan folk ve blues şarkılarını yeni bir sound ile yorumlamak suretiyle kazanırdı. 60’ların büyük gruplarının erken dönem single’larına bakın, sıklıkla bu şekildedir. O zaman için henüz uzunçalar albümler yaygınlaşmamıştı ve orijinallik büyük bir iddia meselesi değildi. 1970’lerden itibaren popüler müziğin endüstriyelleşmesi işleri değiştirdi, egolar büyüdü, müzisyenler yaptıkları işin kolektif doğasına yakışmayan bir orijinallik ve ehemmiyet halesinin odağına yerleştiler. Buna en güzel cevabı ise, en çok ilahlaştırılmış müzisyenlerden olan (Yardbirds ve Led Zeppelin gitaristi) Jimmy Page verir aslında: ‘İnsanlar bana ve benim gibilere dahi demeyi kessinler. Popüler müzikte deha falan olmaz, yaptığımız basit bir iştir.’

Bununla birlikte, internet sayesinde, ya da internet yüzünden diyelim, müziğe erişimin ekonomisi yine dönüşmekte. Popüler müzikte albüm formatı yavaş yavaş ölüyor ve endüstriyel ölçekli müzik yıldızları yerlerini daha gelgeç ve mütevazi müzisyenlere bırakıyor gibi sanki. Hala dünyanın dört bir yanında stadyumlar doldurabilen grupları/müzisyenleri saymaya kalksak herhalde çoğu 80’lerden kalma çıkacak. Bildiğimiz müzik endüstrisinin üzerinde güneş batmaktayken sampling, mash-up vb türev tekniklerin başat hale gelmesi tesadüf değil. (Bu arada, School of Thought adlı Amerikalı grubun Ne Ola Yar Ola’yı taban sample olarak kullandığı hiphop şarkısı "The Conscious I" için buyrun burdan yakın: https://www.youtube.com/watch?v=Svol8pDLCqc). Mütevazi barınaklarını kurmak için görkemli ve yolsuz bir medeniyetin geride bıraktığı tapınakların kalıntılarından istifade eden barbarlar gibiyiz. Ne demek bu? Belki popüler müzikte geri dönüşüm bir norm haline geldikçe intihal diye bir olgu da kalmayacak, çünkü acayip bir orijinallik iddiasında bulunan kimse olmayacak ortada. Tıpkı ortaçağdaki gibi.

Belki de kalır, ne bileyim ben. Bu şarkıların gözü kör olsun. 


Not: Buradaki tüm bilgileri ve görselleri başkalarından derledim, hiçbiri bana ait değil.

Hiç yorum yok: