Tayyip Erdoğan taraftarları Erdoğan istiyor diye başkanlıktan yana, muhalifleri ise aynı nedenden ötürü başkanlığa karşı, ancak her iki tarafta da büyük çoğunluk başkanlık sisteminin ne olduğundan habersiz görünüyor. Bu yazıda başkanlık sistemini doğru anlamak için önemli olduğunu düşündüğüm birkaç parametreden bahsedeceğim:
1) Başkanlık sisteminde pek ala koalisyon hükümeti olabilir.
2) Başkanlık sistemi ve federalizm aynı şey değildir,
fakat genellikle bir arada bulunurlar ve birbirlerini tamamlarlar.
3) Ülkenin yönetim biçimi için önemli olan, kurumsal
mimarinin tüm bu farklı unsurlarının birlikte ortaya çıkardıkları yapı. Son
dört beş yılın gelişmelerine bakılırsa, Erdoğan AKP’sinin projesi esasen yönetimdeki
“veto oyuncularının”
sayısını azaltmak. Başkanlık gibi etiketleri takıntı hale getirmeden,
ülkenin bu doğrultuda evrilmesini istiyor muyuz, istemiyor muyuz, onu
tartışalım.
Başkanlık sisteminin demokratik bir Türkiye için uygun
olup olmadığını değerlendiren dair bir yazıyı daha önce yayımlamıştım: http://fikirmahsulleriofisi.blogspot.com.tr/2015/02/baskanlk-sistemi-demokratik-turkiye.html#more.
1 Kasım seçiminden AKP’nin tek parti hükümeti kuracak meclis çoğunluğuna
erişerek çıkması bu tartışmayı tekrar gündeme getiriyor. Tayyip Erdoğan
taraftarları Erdoğan istiyor diye başkanlıktan yana, muhalifleri ise aynı
nedenden ötürü başkanlığa karşı, ancak her iki tarafta da büyük çoğunluk
başkanlık sisteminin ne olduğundan habersiz. Kanaat önderlerinin dahi bu konu
hakkında temel bilgilerde yanlışa düştüğünü izliyoruz. Bu yazıda başkanlık
sistemini doğru anlamak için önemli olduğunu düşündüğüm birkaç parametreden
bahsedeceğim.
İktidar bloğunda sıkça dile getirilen bir husus,
başkanlık sistemiyle Türkiye’nin koalisyonlar dönemini bir şekilde geride
bırakacağı iddiası. Sanırım, bunu söyleyenlerin kafasında ABD örneği var, orada
koalisyon olmadığı için başkanlıkta koalisyon olmaz sonucuna varıyorlar. Bu
doğru değil, çünkü koalisyon gereğini yaratan şey parlamentodaki parti sayısı,
bunun da başlıca belirleyicisi başkanlık sisteminden ziyade ABD’de parlamento için uygulanan dar
bölgeli seçim sistemi. Yani başkanlık ayrı, parlamento için kullanılacak seçim sistemi ayrı. Aşağıdaki
tabloda görülebileceği gibi bu iki unsur illa birlikte olmak durumda değil,
farklı kombinasyonlar mevcut.
Parlamento seçimi sistemi
|
|||
Nisbi temsil
|
Dar bölgeli
|
||
Rejim tipi
|
Parlamenter
|
Türkiye, Almanya
|
İngiltere
|
Başkanlık
|
Brezilya
|
ABD
|
Buradaki kategorileri biraz açalım. Parlamenter rejim ve
başkanlık rejimi; seçmenler, yürütme ve yasama arasındaki ilişkileri
düzenlemenin iki alternatif yoludur. Parlamenter sistemde seçmenler yalnızca
yasama için doğrudan oy kullanır, yürütme gücünü ise yasama organı içinde
çoğunluğa sahip olan parti veya partiler koalisyonu bir başbakan seçip
kabinesine güven oyu vererek oluşturur. Başkanlık rejiminde yasama için ayrı,
yürütmenin (ve aynı zamanda devletin) başı olan başkan için ise ayrı seçim
vardır. Parlamenter rejim, erken seçimler vasıtasıyla sık sık hükümet değişimine olanak tanır. Başkanlık rejimlerinde (ABD'de uygulandığı biçimiyle) başkan vatana ihanet gibi ağır bir
suç işlemediği sürece böyle bir imkan yoktur.
Dar bölgeli ve nisbi seçim sistemleri ise seçimde kullanılan
oyları yasama organındaki sandalye sayısına tercüme etmenin iki alternatif
metodudur. Parlamento için yapılacak seçimlerde kullanılacak sistemler karşılaştırılacak olursa, dar bölgeli seçim sistemi, siyaset bilimcilerin Duverger kanunu olarak tanımladığı bir
matematik etki sonucu 2 partiden mürekkep bir siyasal
manzara yaratma eğilimindedir. Nisbi temsil ise (bir ulusal seçim barajıyla
kısıtlanabilmek koşuluyla) daha fazla partinin meclise girmesine olanak tanır.
Böyle bir durumda yalnız kendi partisine dayanarak meclis çoğunluğu
yakalayamayan yürütme lideri (rejim parlamenter ise) güvenoyu alabilmek veya
(her iki rejim türünde) kanun tekliflerini yasama organından geçirebilmek için
diğer partilerle koalisyon yapmak zorunda kalabilir.
Yani başkanlık sistemini farklı seçim sistemleriyle
kombine etmek mümkün. Her iki kombinasyon farklı meseleler ortaya çıkarıyor.
Brezilya ve ABD vakalarını kısaca inceleyelim.
Türkiye’dekine benzer bir nisbi temsil sistemi uygulayan
Brezilya, başkanlık sisteminin çok partili koalisyonla yürütüldüğü bir vaka.
Yerel siyasi hesapların hayli önem taşıdığı ülkede birbirine yakın güçte
onlarca parti düzenli olarak meclise giriyor. Bu durumdan ötürü Brezilya’da
demokrasiye son geri dönüşün yaşandığı 1980’lerden beri hiçbir başkanın partisi mecliste
mutlak çoğunluğa sahip olamıyor, kanun
tekliflerine yasama organı içinde destek bulabilmek için partiler arası
koalisyonlar oluşturmak lüzumu ortaya çıkıyor. Lula’nın ilk başkanlık döneminde
partisi PT meclis sandalyelerinin ancak yüzde 29’una sahipti ve geniş bir
koalisyon oluşturmak için bakanlıkların yüzde 40’ını yedi parti arasında paylaştırmak
zorunda kaldı. Kanun tekliflerine destek sağlamak için bu partilerin
milletvekillerine hükümet tarafından aylık maaş bağlandığının ortaya çıkması
ise büyük bir skandal oldu. Brezilya anayasası bu tarz sıkıntıların önüne
geçmek için, meclis onayı gerektirmeyen kanun hükmünde başkanlık
kararnamelerine geniş bir alan tanıyor.[1]
Dar bölgeli seçim sisteminin uygulandığı ABD’de ise
siyasal manzara yaklaşık yüz yıldır birbirine yakın güçte iki parti tarafından
domine edilmiş durumda. Üçüncü bir parti meclise giremiyor. Bunun sonucunda
daima bir parti hükümet, diğeri muhalefet oluyor. Fakat şöyle de bir durum var:
yasama ve yürütme için farklı seçim dönemleri olduğu için başkan Demokrat
partili iken, meclis çoğunluğuna Cumhuriyetçi parti sahip olabiliyor. İkinci
dünya savaşından 1980’lere kadar bu durum yürütme gücünün seri işleyişine pek
engel teşkil etmedi çünkü bu dönemde Cumhuriyetçi parti meclis çoğunluğunu
genelde elinde bulunduran Demokrat partiye zaten ideolojik olarak hayli
yakındı. 1980’den itibaren partilerin birbirlerinden uzaklaşarak kutuplaşması
ve Cumhuriyetçi partinin meclisteki gücünü artırmasıyla birlikte ABD’de
yasama-yürütme ayrışması önemli bir sorun haline geldi. 1990’larda Clinton, 2010’larda
Obama hükümetleri vaat ettikleri pek çok reformu mecliste azınlıkta kaldıkları için gerçekleştiremediler. Üstelik başkanlık sistemi erken seçime olanak
tanımadığı için, birbirine güç yetiremeyen iki partinin kozlarını sandıkta
paylaşma olanağı da olmuyor; bir sonraki seçim dönemine kadar uzayan bir
tıkanma yaşanıyor. ABD örneğini işine geldiğince kullananların belki haberi yok ama, ülkenin altyapı yatırımları, eğitim, bütçe
açığı, cari açık gibi sorunlarını çözememesi ve süper güç konumunu (ekonomik
alanda) yavaş yavaş yitirmeye başlamasının önemli bir nedeni olarak
Amerikalılar bu durumu görüyor. Kısacası, koalisyon hükümeti olmaması,
yürütmenin elinin güçlü olmasını garantilemez. Partilerin güçleri birbirine yakın, ideolojik pozisyonları uzaksa, iki partili bir sistem çıkmaza girerek başkanın elini bağlayabilir.
ABD bunun bedelini yürütmenin yürüyememesi suretiyle ödüyor. Demokrasinin daha
kırılgan olduğu bazı Latin Amerika ülkelerinde ise benzer durumlar ordunun
veya başkanın darbe yaparak meclisi dağıtmasıyla sonuçlandı.
Demokrasinin kırılganlığı deyince değinmekte fayda var:
Ne çok parti, ne çift parti, en iyisi tek parti diyenler için, seçimlerin
gerçekten serbest hale geldiği 1990’lara kadar PRI’nin yetmiş seneye yakın
iktidardan inmediği Meksika gibi otoriter başkanlık sistemi örnekleri mevcut. AKP’li
yetkililer Küba örneğini de telaffuz ettiler. Demokratik bir ülke için bu tarz
rejimlerin örnek teşkil etmemesi gerektiği açık.
Başkanlık sisteminin demokratik işletildiği ülkelerin bir
özelliği daha var, bu da bizi üçüncü bir parametreye getiriyor: federalizm.
Federalizm nedir? Federalizm,
devletin idare teşkilatında merkezi ve yerel birimlerin hak ve yetkilerini
düzenlemenin bir yoludur. Alternatifi Türkiye’deki gibi yüksek ölçüde
merkezileşmiş üniter sistemdir. Federal sistemlerde ulusal (federal) hükümet, anayasada kendisi için açıkça belirlenmiş işleri (dış politika,
ulusal güvenlik, merkez bütçesi, makroekonomik kararlar vb) yapar. Bunlar
haricinde kalan her şey ise yerel hükümetlerin sorumluluğundadır. Tıpkı seçim
sistemi gibi, federalizm de başkanlık/parlamentarizm seçenekleriyle farklı
kombinasyonlar yaratabilir. Örnekler aşağıda. (Türkiye’den daha küçük bir
yüzölçümü ve nüfusa sahip olmasına rağmen Güney Kore’nin idare teşkilatının da özellikle
1995’teki reformlardan beri Türkiye’deki kadar merkeziyetçi olmadığını not
edelim).
İdare
teşkilatı
|
|||
Üniter
|
Federal
|
||
Rejim
tipi
|
Parlamenter
|
Türkiye
|
Almanya
|
Başkanlık
|
G. Kore
|
ABD
|
Dünyada federalizm çeşitli biçimlerde uygulanıyor, bu
yüzden bu konuda genelleştirme yapmak kolay değil, ancak federal sistemlerin
ayırt edici özelliği, yerel kolluk kuvvetlerine emir verme yetkisine sahip olan
mülki amirlerin (yani valiler) seçimle iş başına gelmesi, ve ulusal ordunun
ancak olağanüstü durumlarda yerel meselelere müdahil olabilmesi. Federalizmin
bir diğer ayırt edici özelliği, tipik olarak, yerel hükümetlerin (yani
eyaletler) haklarını merkezi hükümet nezdinde temsil etmek üzere bir meclis üst
kanadı teşkil edilmesi. ABD’de kanunlar meclisin her iki kanadından da geçerse
onaylanmış sayılıyor. Almanya’da ise meclisin üst kanadı yalnızca doğrudan
doğruya eyaletlerin haklarını ilgilendiren meselelerde veto gücüne sahip.
Federalizmin önemi şu: Daima ulusal çoğunluktan farklı
siyasi tercihlerin baskın çıktığı bölgeler, daima muhalif oldukları bir hükümet
tarafından en ayrıntılı konulara varıncaya kadar yönetilmekten federalizm
sayesinde kurtuluyor, çünkü kendi tercihleri doğrultusunda
şekillendirebilecekleri yerel hükümetin geniş yetkileri var. Bu, soyut
demokratik ilkeler adına makbul bir durum olsa da pratikte yaratacağı
sonuçların ‘ilerici’ mi ‘gerici’ mi olacağı bölgedeki sosyolojik realiteye
bağlı. Örneğin ABD’nin güney eyaletlerinde çoğunluğu elde bulunduran
muhafazakar beyazlar, siyahların haklarını çiğneyebilmek için eyalet haklarını
bahane ediyor. Öyle ki on dokuzuncu yüzyılda federal hükümetin köleliğin
yayılmasını engellemeye yönelik girişimlerine devletten ayrılma kararıyla karşılık
vererek iç savaş çıkardılar. (İç savaşı kaybeden güney eyaletleri on küsür yıl
ulusal ordu tarafından işgal edildi, ordu geri çekildikten sonra ise siyahların
oy hakları bile ellerinden geri alındı ve bu durum ancak 1960’larda yine
federal hükümetin girişimleriyle düzeltilebildi). Türkiye gibi son derece
farklı değerlerin bir arada yaşadığı bir ülkede federal sisteme geçiş yalnızca
etnik azınlıklar değil örneğin kadın hakları konusunda ilginç sonuçlar
yaratabilir, bazı bölgelerde kadınlar halen sahip oldukları hakların gerisine
düşerken diğer bölgelerde ise ulusal hükümette çoğunluğu elinde bulunduran
partinin tercihlerinin ötesinde geniş haklara kavuşabilir. Tabi ki şu an için
bu spekülasyondan ibaret.
Başkanlık sistemi açısından federalizmin önemi, yerel
hükümetlerin başkana karşı bir denge görevi görmesi. Başkanlık sisteminde
yürütme ve yasama için ayrı ayrı seçimler olduğunu zaten belirtmiştim, yerel
hükümet valilerini seçmek için yapılan seçimler de apayrı. Yürütmeyi alan bir
parti hem ulusal mecliste, hem eyalet hükümetlerinde azınlıkta kalabilir. Lula
2003’te Brezilya başkanı seçildiğinde partisi PT, 26 eyalet hükümetinin ancak
4’ünde iktidara sahipti.[2]
Yukarıda bahsettiğim gibi, aynı anda mecliste de çok parçalı bir koalisyona
dayanarak hükümet etmek gibi bir durumla karşı karşıyaydı.
Kısacası, başkanlık sistemi, çeşitli seçim ve idare
biçimleriyle kombine edilebilir, bu kombinasyonlar ise çeşit çeşit sonuçlara
gebe. Önemli olan, kurumsal mimarinin tüm bu farklı unsurlarının birlikte
ortaya çıkardıkları yapı. Bütünsel bir değerlendirme için siyaset bilimcilerin
kullandığı veto oyuncuları kavramı aydınlatıcı olacaktır. Ülke yönetimine dair
bir kararı alabilmek için onayına kural itibariyle ihtiyaç duyulan
kişilere/kurumlara veto oyuncuları deniyor.[3]
Örneğin hukuk devletlerinde anayasa mahkemesi bir veto oyuncusudur, çok partili
demokrasilerde meclisteki her parti bir veto oyuncusudur, federal rejimlerde
meclisin her kanadı ayrı bir veto alanıdır, askeri vesayet rejimlerinde milli
güvenlik kurulu vasıtasıyla ordu bir veto oyuncusu olur, vb. Bir siyasi
sistemin ruhunu anlamak için kritik önemdeki nokta belki de şu: Siyasi gücün
bir makamda yoğunlaştığı, fren ve denge mekanizmalarının görece zayıf olduğu
‘çoğunlukçu’ sistemlerde veto oyuncularının sayısı az. Bu tarz bir sistemde
örneğin yüzde otuzlarda kalan basit bir ulusal oy çoğunluğu sayesinde tüm ülkeyi sıkı biçimde yönetmek ve
herkesin yaşamını etkileyen konularda büyük değişiklikleri muhalif kesimlerin keskin itirazlarına rağmen hayata geçirmek mümkün
olabilir. Son dört beş yılın gelişmelerine bakılırsa, Erdoğan AKP’sinin projesi
esasen ülkedeki veto oyuncularının sayısını azaltmak. "Başkanlık" gibi
etiketleri takıntı hale getirmeden, ülkenin bu doğrultuda evrilmesini istiyor
muyuz, istemiyor muyuz, onu tartışalım.
[1] Melo, Marcus André, and Carlos Pereira. Making Brazil
Work: Checking the President in a Multiparty System. Palgrave Macmillan,
2013.
[2] Bruera, Hernán F. Gómez. Lula, the Workers' Party and
the Governability Dilemma in Brazil. Routledge, 2013.
[3] Tsebelis, George. Veto
players: How political institutions work. Princeton University Press, 2002.
1 yorum:
İlgili: http://www.radikal.com.tr/yazarlar/murat-yetkin/erdogandan-surpriz-chp-hamlesi-1476134/
Yorum Gönder