Blog, Boğaziçi Üniversitesi vesilesiyle tanışan bir grup arkadaşın eseridir. Blogda "serbest kültür çalışmaları" diye tanımlanacak denemeler yer alır. Yazarları bir araya getiren, ortak siyasi duruş veya estetik beğeni değil, özgür düşüncenin meyvelerinin değerli olduğuna duyulan inançtır. Bize ulaşmak için: fmoblogu@gmail.com
Osmanlı İmparatorluğu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Osmanlı İmparatorluğu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
14 Ocak 2015 Çarşamba
16 Türk devleti?
Sağlaması otoriterlik ve militarizm ile yapılan bir milliyetçilik bizimkisi. Toplumun özeti devlet, devletin özeti de zorbalık aygıtı. Bir müsamere yapılacaksa neden bir Kaşgarlı Mahmud, bir Takiyüddin, bir Evliya Çelebi orada olmasın? Hayli keyfi Türklük kriterlerinin müsaadesiyle, bir İbn-i Sina, bir Harezmi? Balyan biraderleri, Zilciyanları görmeyi bekleyen yok ama bir Mimar Sinan? Sonra da şikayet edip duruyoruz, neden Sinan tanınmıyor, neden hep "barbar" biz oluyoruz, ve saire ve saire...
Etiketler:
16 Türk devleti,
AKP,
ataerkillik,
cumhurbaşkanlığı,
devlet,
milli kimlik,
milliyetçilik,
Osmanlı İmparatorluğu,
Recep Tayyip Erdoğan,
tarih,
Türk siyaseti,
türkçe,
Türkiye tarihi
10 Ekim 2011 Pazartesi
Tahterevalli Oyunları 1: Sultan IV. Murad Çok Hasta
Bu hikayedeki kişiler ve olaylar hayal ürünüdür. Sultan IV.Murad diye biri yoktur. Kostantiniyye diye bir yer asla var olmamıştır.
Sultan Murad Hazretleri çok hasta. Günbegün eriyor. Hayır, kaslarının o meşhur, acı kuvvetinde bir eksilme yok. Hint emirlerinin tebaasındaki büyücü zanaatkarların elinden çıkma, kurşun geçirmez denilen o filderisiyle kaplı kalkanı bir balta darbesiyle ortadan ikiye ayırıp, çelik levhaları birbirine bağlayan manda sinirinden kayışları savaş meydanında öldürdüğü bir düşmanın bağırsaklarını serer gibi ortaya serdi yenilerde, hıncında bir eksilme yok. Bir oturuşta bıldırcın etiyle doldurulmuş bir kuzuyu, yanında da – hükümdardır, günah olmaz – iki testi tarçınlı erik şarabını tüketen iştahı, esrikliği gitmedi. Hareminin kadınlarının omuzlarını, boyunlarını morartan gönül coşkunluğu; rahimlerini bu lanetli saltanatın mutlaka birbirlerini boğazlayacak yeni talipleriyle ıslatan erkekliğinin bereketi şahlandıkça şahlanıyor. Sultan Murad Han her zamankinden daha güçlü. Ama Sultan Murad’in içi içini yiyor. Sultan Murad çok hasta.
Sultan Murad Hazretleri çok hasta. Günbegün eriyor. Hayır, kaslarının o meşhur, acı kuvvetinde bir eksilme yok. Hint emirlerinin tebaasındaki büyücü zanaatkarların elinden çıkma, kurşun geçirmez denilen o filderisiyle kaplı kalkanı bir balta darbesiyle ortadan ikiye ayırıp, çelik levhaları birbirine bağlayan manda sinirinden kayışları savaş meydanında öldürdüğü bir düşmanın bağırsaklarını serer gibi ortaya serdi yenilerde, hıncında bir eksilme yok. Bir oturuşta bıldırcın etiyle doldurulmuş bir kuzuyu, yanında da – hükümdardır, günah olmaz – iki testi tarçınlı erik şarabını tüketen iştahı, esrikliği gitmedi. Hareminin kadınlarının omuzlarını, boyunlarını morartan gönül coşkunluğu; rahimlerini bu lanetli saltanatın mutlaka birbirlerini boğazlayacak yeni talipleriyle ıslatan erkekliğinin bereketi şahlandıkça şahlanıyor. Sultan Murad Han her zamankinden daha güçlü. Ama Sultan Murad’in içi içini yiyor. Sultan Murad çok hasta.
Etiketler:
4. Murad,
4. Murat,
edebiyat,
IV. Murad,
iktidar,
Osmanlı İmparatorluğu,
öykü,
siyaset,
tahterevalli oyunları,
tarih,
Yalnızlık
24 Kasım 2010 Çarşamba
Alman Seyyahlar, Osmanlı Türkiyesi ve Oryantalizm
Avrupa’nın kolonyal genişleme çağı olan on dokuzuncu yüzyılda yazılmış herhangi bir Şark seyahatnamesini, oryantalizm kavramını anmadan yeterli bir bağlama oturtmanın mümkün olmadığını düşünüyorum. Yazarın konumunu, niyetini ve ehliyetini aşan bir durum, bir yapısal sınır olarak oryantalizmin söylemsel kuruluşu; Şark’tan bahsetmenin biçimini çeşitli ölçülerde belirlemiştir. Osmanlı toplumuna içeriden ve oldukça büyük bir sempatiyle bakan, yetenekli bir gözlemci ve usta bir yazar olarak değerlendirdiğim Murad Efendi (Franz von Werner) için de bunun bir anlamda geçerli olduğunu, eserinde (en azından estetik açıdan) bir tür “yumuşak” oryantalizmin varlığından söz etmenin mümkün olduğunu, anlatmaya çalışacağım. Murad Efendi Avusturyalı bir aristokrat iken Türkiye'ye sığınıp yaşamını Osmanlı hariciyesinin bir memuru olarak geçiren gizemli bir kişilik. Burada, bu deneyimini anlattığı eseri 'Türkiye Manzaraları' inceleniyor.
Alper Yağcı, "Murad Efendi'den Türkiye Manzaraları," Tarih ve Toplum: Yeni Yaklaşımlar, sayı: 8, bahar 2009, sf. 133-155.
Etiketler:
intihal,
Murad Efendi,
oryantalizm,
Osmanlı İmparatorluğu,
şarkiyatçılık,
tarih,
Tarih ve Toplum
11 Temmuz 2010 Pazar
Osmanlı Yahudileri ve Hoşgörü

-Aşağıda okuyacağınız yazı için araştırmaya 2009 yaz başında başlamıştım. Yaz boyunca da konu üzerinde okumaya düşünmeye devam ettim, zaten master tez konumla da alakalı bir konu olması hasebiyle bana zaman da kaybettirmeyecekti. Yazmaya başlayınca, bilen bilir, bazen kantarın topuzu kaçar kimi zaman da klavyenin topuzu. Aslında gereksiz şeyleri bile bir biçimde metne eklemek istersiniz. Hele ki tarihçi bir kişilikseniz "ulan o kadar arşivde dirsek çürüttüm, o kadar gözlerimin feri söndü bilgisayar başında. Ne bulduysam koyucam ben buraya!" havalarına girmeniz olası.
Neyse uzun lafın kısası yazıyı yazdım ve matbuatımızın önde gelenlerinden birisine yolladım. Hala cevap bekliyorum. Beklemekten sıkıldığım için "yazıyı bloga koysam daha mı iyi olur" dedim kendime ve işte burdayız.
Bu süre zarfında metin kısaldı ve bir miktar değişti. Yazı hakkında fikirlerini istediğim Esra Bakkalbaşıoğlu, Tania Bahar, Nilay Özlü, Rıfat N. Bali'ye şükranlarımı sunmayı bir borç bilirim -ilk defa bir yerde bu tarz bir cümle kurdum, çok hoşuma gitti açıkçası:)
Yazıya başlarken henüz yayınlanmamış olan, sonradan yayınlanan, bir makalesini benimle paylaşma inceliğini gösteren Julia Phillips Cohen'e de teşekkürler.
Yazının asıl hali bir makale olduğundan ana metindeki çoğu şeyin bir dipnot karşılığı var. Ben yazının sadece ana metnini buraya koyuyorum, dipnotlar blogda yer almayacak, şimdiden söylemesi. Yazı uzun bir yazı olduğundan (otuz sayfadan fazla tutuyor) peyderpey blogda yer alacak. Böylece blogumuzda temmuz süresince haftada en az bir yeni yazımız olmuş olacak, umuyorum.
------
Etiketler:
hoşgörü,
Osmanlı İmparatorluğu,
tarih,
Yahudi
1 Mart 2010 Pazartesi
Tarih nedir?

Tarih nedir sorusunun bolca cevabı var sanıyorum. Hani aşk nedir sorusuna da bir dolu cevap verilebilir denir ya, biraz o misal. Ben bu noktada sözlüklerden yararlanayım en iyisi, sağlam temellere oturtmak adına bu meseleyi. TDK sözlüğü tarih'i şu biçimde tanımlamakta:
Toplumları, milletleri, kuruluşları etkileyen hareketlerden doğan, olayları zaman ve yer göstererek anlatan, bu olaylar arasındaki ilişkileri, daha önceki ve sonraki olaylarla bağlantılarını, karşılıklı etkilenmeleri, her milletin kurduğu medeniyetleri, kendi iç sorunlarını inceleyen bilim.
Bu tanım buram buram rahmetli Leopold von Ranke (resimdeki) kokan bir tanım. Bizim okulun tarihçilerinin elinden geçenler bilir ki tarih dediğimiz bundan daha kapsamlı, daha başka bir şeydir. Veya en azından tarih’i TDK minvalinde tanımlamayanlar da var. Bu gibilere uluslar arası örnekler vermek gerekirse birkaç akademisyen sayabiliriz. Rahmetli Michel de Certeau, ömrünün uzun olmasını dileyeceğimiz Simon Schama, The Cheese and the Worms’un yazarı Carlo Ginzburg, Le Retour de Martin Guerre’in yazarı Natalie Zemon Davis. Bu isimler tarih denen şeyin bir tür bilim mi yoksa bir tür bilgi kulvarı mı olduğu yönünde kafa patlatıp, neticede bilim değil de daha ziyade edebiyatla bilim arasında kendine mahsus bir yerde olduğunu savunurlar, en kaba biçimde özetlemek gerekirse.
Etiketler:
Carlo Ginzburg,
Natalie Zemon Davis,
Osmanlı İmparatorluğu,
Simon Schama,
sosyal bilimler,
tarih,
teori
22 Haziran 2009 Pazartesi
Murad Efendi'den Türkiye Manzaraları

Avusturyalı Franz Von Werner 1836’da Viyana’da varlıklı bir Avusturyalı Katolik ailenin oğlu olarak doğar. 1853’te askere yazılır. Kırım savaşının Galiçya cephesinde Ruslarla savaşır. 1854’te esrarengiz biçimde birliğini terk eder ve Romanya üzerinden İstanbul’a kaçarak Osmanlı Devleti’ne sığınır. Murad Efendi adını alarak Polonyalı Michael Czaikowsky’nin (Mehmet Sadık Paşa) komutasındaki Kızıl Kazaklar adlı birliğe katılır. Ancak Müslüman olmaz. Ordudan ayrıldığı 1858’den ölümüne değin yaşamını Osmanlı hariciyesinin bir bürokratı olarak sürdürür. Aynı dönemde Avusturyalılardan kaçarak Osmanlılara sığınan, mecburiyet içindeki Macar ve Polonyalı mültecilerin aksine varlıklı bir Avusturyalı ailenin oğlu olan Werner’in bu tercihi nasıl açıklanabilir?
Murad Efendi nam-ı diğer Franz Von Werner'in çeyrek yüzyıllık Türkiye deneyiminin ürünü olan eseri Türkiye Manzaraları'nı inceleyen makalenin devamına "seçkin kitabevlerinde" erişebilirsiniz:
Alper Yağcı, "Murad Efendi'den Türkiye Manzaraları," Tarih ve Toplum: Yeni Yaklaşımlar, sayı: 8, bahar 2009, sf. 133-155.
Murad Efendi nam-ı diğer Franz Von Werner'in çeyrek yüzyıllık Türkiye deneyiminin ürünü olan eseri Türkiye Manzaraları'nı inceleyen makalenin devamına "seçkin kitabevlerinde" erişebilirsiniz:
Alper Yağcı, "Murad Efendi'den Türkiye Manzaraları," Tarih ve Toplum: Yeni Yaklaşımlar, sayı: 8, bahar 2009, sf. 133-155.
Etiketler:
Franz von Werner,
Murad Efendi,
Osmanlı İmparatorluğu,
tarih
13 Mayıs 2009 Çarşamba
Çift Taraftan Kıskaç Altındaki Bir Mefhum: Süreklilik
“Orada söylediğim şey şudur: Yeni bir Cumhuriyet kurulmuştur ve bu Cumhuriyet toplumun o güne kadarki birçok değer yargılarını ve kurumları ortadan kaldırmıştır. Bunlar devrimdir. Saltanatın yıkılması, Cumhuriyet'in kurulması bir devrimdir. Arap harflerinin kaldırılıp Latin alfabesinin kabulü bir devrimdir. Medrese eğitiminin kaldırılıp milli eğitimin tek bir yerde toplanması bir devrimdir. Zaviye ve türbelerin kapatılması, Diyanet İşleri Başkanlığının kurulması gibi birçok devrimin Türkiye'de yaşandığını söyledim. Her devrim sosyal bir travmadır; evrim ile temel farklılığı da budur.
Doğrudur, her devrim gibi Atatürk devrimleri de toplumda bir travma yaratmıştır. Çünkü bir gece önce eski Türkçe yazı TBMM'de lağvedilerek Latin alfabesi getirilmiştir. Bu devrimdir. Toplumda okuma-yazma oranı sıfıra düşmüştür. Latin alfabesi, bilmeyenler için öyledir. Bu bir sosyal, tarihsel tespittir. Bunu değerlendirirken devrimin iyi veya kötü oluşu konusunda herhangi bir söylem yoktur orada.”
Yukarıda alıntılanan satırlar dönemin AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat tarafından Amerikan New York Times gazetesinde yayınlanan bir röportajda sarf edilmişti hatırlarsanız, Haziran 2008’de. Travma meselesi bir hayli gündemde kalmış, “bir kısım” kesimler bu görüşü savunurken yine diğer “bir kısım” kesimler ise bu görüşü hararetle yerin dibine sokmakla iştigal etmekteydiler. Daha ayrıntılı bilgi isteyen şüphesiz gazete arşivlerine başvurabilir.
Örnek: http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/450882.asp
Tarihte süreklilik esastır. Örneğin her toplumsal olayın bir arka planı, bir neden-niçin örgüsü vardır. Örneklemeye gerek yok, akla gelebilecek her olay bu gruba girer sanıyorum. Benim bu yazıda üzerinde durmak istediğim nokta şu. Türkiye’de ironik bir biçimde -belki de değil?- farklı gruplar Osmanlı modernleşmesi diye adlandıracağımız dönemi görmemekte veya algılamamakta ısrar etmekteler. Bu iki grubu şöyle tasnif edebiliriz.
Doğrudur, her devrim gibi Atatürk devrimleri de toplumda bir travma yaratmıştır. Çünkü bir gece önce eski Türkçe yazı TBMM'de lağvedilerek Latin alfabesi getirilmiştir. Bu devrimdir. Toplumda okuma-yazma oranı sıfıra düşmüştür. Latin alfabesi, bilmeyenler için öyledir. Bu bir sosyal, tarihsel tespittir. Bunu değerlendirirken devrimin iyi veya kötü oluşu konusunda herhangi bir söylem yoktur orada.”
Yukarıda alıntılanan satırlar dönemin AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat tarafından Amerikan New York Times gazetesinde yayınlanan bir röportajda sarf edilmişti hatırlarsanız, Haziran 2008’de. Travma meselesi bir hayli gündemde kalmış, “bir kısım” kesimler bu görüşü savunurken yine diğer “bir kısım” kesimler ise bu görüşü hararetle yerin dibine sokmakla iştigal etmekteydiler. Daha ayrıntılı bilgi isteyen şüphesiz gazete arşivlerine başvurabilir.
Örnek: http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/450882.asp
Tarihte süreklilik esastır. Örneğin her toplumsal olayın bir arka planı, bir neden-niçin örgüsü vardır. Örneklemeye gerek yok, akla gelebilecek her olay bu gruba girer sanıyorum. Benim bu yazıda üzerinde durmak istediğim nokta şu. Türkiye’de ironik bir biçimde -belki de değil?- farklı gruplar Osmanlı modernleşmesi diye adlandıracağımız dönemi görmemekte veya algılamamakta ısrar etmekteler. Bu iki grubu şöyle tasnif edebiliriz.
Etiketler:
arşın,
arşivler,
Kemalizm,
metre,
metrik sistem,
Modernlik,
Osmanlı İmparatorluğu,
süreklilik,
tarih
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)