Blog, Boğaziçi Üniversitesi vesilesiyle tanışan bir grup arkadaşın eseridir. Blogda "serbest kültür çalışmaları" diye tanımlanacak denemeler yer alır. Yazarları bir araya getiren, ortak siyasi duruş veya estetik beğeni değil, özgür düşüncenin meyvelerinin değerli olduğuna duyulan inançtır. Bize ulaşmak için: fmoblogu@gmail.com
11 Temmuz 2010 Pazar
Osmanlı Yahudileri ve Hoşgörü
-Aşağıda okuyacağınız yazı için araştırmaya 2009 yaz başında başlamıştım. Yaz boyunca da konu üzerinde okumaya düşünmeye devam ettim, zaten master tez konumla da alakalı bir konu olması hasebiyle bana zaman da kaybettirmeyecekti. Yazmaya başlayınca, bilen bilir, bazen kantarın topuzu kaçar kimi zaman da klavyenin topuzu. Aslında gereksiz şeyleri bile bir biçimde metne eklemek istersiniz. Hele ki tarihçi bir kişilikseniz "ulan o kadar arşivde dirsek çürüttüm, o kadar gözlerimin feri söndü bilgisayar başında. Ne bulduysam koyucam ben buraya!" havalarına girmeniz olası.
Neyse uzun lafın kısası yazıyı yazdım ve matbuatımızın önde gelenlerinden birisine yolladım. Hala cevap bekliyorum. Beklemekten sıkıldığım için "yazıyı bloga koysam daha mı iyi olur" dedim kendime ve işte burdayız.
Bu süre zarfında metin kısaldı ve bir miktar değişti. Yazı hakkında fikirlerini istediğim Esra Bakkalbaşıoğlu, Tania Bahar, Nilay Özlü, Rıfat N. Bali'ye şükranlarımı sunmayı bir borç bilirim -ilk defa bir yerde bu tarz bir cümle kurdum, çok hoşuma gitti açıkçası:)
Yazıya başlarken henüz yayınlanmamış olan, sonradan yayınlanan, bir makalesini benimle paylaşma inceliğini gösteren Julia Phillips Cohen'e de teşekkürler.
Yazının asıl hali bir makale olduğundan ana metindeki çoğu şeyin bir dipnot karşılığı var. Ben yazının sadece ana metnini buraya koyuyorum, dipnotlar blogda yer almayacak, şimdiden söylemesi. Yazı uzun bir yazı olduğundan (otuz sayfadan fazla tutuyor) peyderpey blogda yer alacak. Böylece blogumuzda temmuz süresince haftada en az bir yeni yazımız olmuş olacak, umuyorum.
------
Türkiye’de Yahudiler denince akla ilk gelen kavram “hoşgörü” olsa gerek. Bunun nedeni, aşağı yukarı herkesin bildiğini sandığım tarihî bir anlatıya dayanıyor. XV. yüzyılda İspanya’da Engizisyon mahkemelerinin kurulmasıyla birlikte, bölgede yaşayan Yahudiler bir ikilemle karşı karşıya kalırlar: yüz yıllardır yaşadıkları toprakları terk etmek veya din değiştirip Hıristiyan olmak. İspanya Yahudilerinin bir kısmı görünürde Katolik olup, gizliden gizliye asıl dinlerini taşımaya devam eder –bunlar Batı dillerinde Marranos diye anılır. Kalan kesim ise, kimliklerinin bir parçası olan dinlerini değiştirmemeyi vatanlarından ayrılmaya tercih eder. Bunun üzerine, 1492’de dönemin Osmanlı Sultanı II. Bayezid, hoşgörülü olmanın getirdiği bir büyüklükle, vatanlarından edilen bu Yahudileri Osmanlı topraklarına kabul eder. Bu davranışı hoşgörülü Osmanlı toplumunun da bir tezahürüdür. Üstüne üstlük çok ehil ve liyakatli insanlar olan bu Yahudileri Frenk kralının ülkesinden kendi ülkesine getirmiş olur. Hatta rivayet odur ki, etrafındakilere “İspanya Kralı çok akıllı dersiniz, bu nasıl akıldır ki kendi ülkesini fakir kılarken benimkini zenginleştirir ?” diye sorar. Bu olaydan sonra da Türkler Yahudilere her durumda kucak açmışlar, onları hoşgörüyle kendi ülkelerine kabul etmişlerdir.
Bu yazıdaki amacım hoşgörü söyleminin kaynağını araştırmak. Bunu birkaç aşamada yapmanın mantıklı olacağını düşünüyorum. Önce, bu söylemin gerçekle ne derece örtüştüğüne bakmaya çalışacağım. 1492 göçüyle ilgili olarak, çağdaş bilimsel çalışmaların bu olguyu nasıl açıkladıklarına değineceğim. İber Yarımadası’ndan Osmanlı topraklarına göç eden Yahudiler var mı, başka yerlere de göç ettiler mi, gibi sorulara cevap bulmaya çalışacağım. Sonrasında XIX. ve XX. yüzyıllarda yazılmış bazı tarih kitaplarına bakarak hoşgörü söyleminin izini süreceğim. Bunu yaparken genel Osmanlı ve Yahudi tarihini aktaran eserlere başvuracağım. Hoşgörü söyleminin bu anlatılardaki yerine bakacağım. Bunlardan sonra ise, bu söylemin -bildiğimiz kadarıyla- ilk kez kamusal alana çıktığı dönem olan 1892 yılına gideceğim. Göçün dört yüzüncü yıl dönümünü kutlamalarına değineceğim.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir: Yahudilerin Anadolu’daki varlığı antik döneme dek uzanıyor. Bir başka deyişle XV. yüzyıldan çok önce de Anadolu’daki Yahudi varlığı rahatlıkla tespit edilebiliyor. Özellikle Ege Bölgesi’nde yapılan kazılar sayesinde antik dönemden kalan sinagogları görme şansına sahibiz. Osmanlıların Yahudilerle karşılaşması da 1492 yılında gerçekleşmiyor. İki topluluğun “tanışması” çok daha eskiye dayanıyor. Orhan Bey döneminde Bursa’da yerleşik Yahudilerin sinagog inşa etme taleplerine olumlu cevap verildiğini ve Etz HaHayim adlı bir ibadethanenin yapıldığını biliyoruz. Dolayısıyla 1492 yılı Yahudilerin ne Anadolu topraklarıyla ne de Osmanlılarla tanışmasının miladı.
O döneme dair bilimsel çalışmalar gösteriyor ki İber Yarımadası’ndan kaçmak durumunda kalan Yahudiler, yaygın söylemin aksine, sadece Osmanlı topraklarına yerleşmiyor. Sayılarını kesin olarak bilmemekle beraber, göçmenlerin ciddi bir kısmının Kuzey Afrika ve Kuzey Akdeniz kıyıları gibi başka coğrafyalara da gittiğini biliyoruz. 1492’de İspanya’dan kovulanların hangi ülkelere göç ettiğini gösterir bu liste, rakamları mutlak doğru olmasa bile, fikir vermesi itibariyle önemlidir: Cezayir 10.000, Amerika 5.000, Mısır 2.000, Fransa ve İtalya 12.000, Hollanda 25.000. Aynı kaynak Avrupa’da yer alan Osmanlı topraklarına 90.000 kişinin geldiğini belirtir. Yakın zamanda yayınlanan bilimsel bir diğer çalışmaysa 1492’de İspanya’dan kaçanlara 1497’de benzer nedenlerle Portekiz’den kaçanları ekleyip toplamda 60.000 kişilik bir grubun Osmanlı topraklarına gelmiş olabileceğini ileri sürüyor. Laurent-Olivier Mallet ise konuya daha farklı yaklaşıyor. Göçün anlık bir olay olarak değil, neredeyse yüz yıla yayılan, yavaş bir süreç olarak algılanması gerektiğini iddia ediyor.
"İspanya’dan kovulanların Osmanlı İmparatorluğu’na göç dalgası -ve daha kesin olmak gerekirse onların soyundan gelenlerin göçü- hızlı ve büyük ölçekli bir göç hareketi değildir; aksine ufak çaplı çok sayıda göçün birleşimiyle yüz yıldan uzun bir süreçte gerçekleşmiştir."
Mallet, devamen, birbirinden farklı saiklerle gerçekleşen bu ufak çaplı göçlerin hepsini aynı çatı altında toplamanın anlamsız olacağını vurguluyor.
PS.
Yazı, hoş bir tesadüf -ve upuzun bir bekleme süreci- sonucu kasım ayı Toplumsal Tarih dergisinde yayınlanacağından, bloga eklediğim diğer kısımları blogdan kaldırmış bulunuyorum. Yazının başında yer alan teşekkürler kısmına Selçuk Akşin Somel'i de eklemem gerekir. Okurlarımızın bilgisine.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder