14 Ocak 2015 Çarşamba

16 Türk devleti?


Sağlaması otoriterlik ve militarizm ile yapılan bir milliyetçilik bizimkisi. Toplumun özeti devlet, devletin özeti de zorbalık aygıtı. Bir müsamere yapılacaksa neden bir Kaşgarlı Mahmud, bir Takiyüddin, bir Evliya Çelebi orada olmasın? Hayli keyfi Türklük kriterlerinin müsaadesiyle, bir İbn-i Sina, bir Harezmi? Balyan biraderleri, Zilciyanları görmeyi bekleyen yok ama bir Mimar Sinan? Sonra da şikayet edip duruyoruz, neden Sinan tanınmıyor, neden hep "barbar" biz oluyoruz, ve saire ve saire...


Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın yeni sarayında Filistin başkanı Mahmud Abbas'ı karşılamasına tarihsel kostümlü askerler eşlik etti. Askerler cumhurbaşkanlığı forsundaki 16 yıldızı, yani 16 tarihi Türk devletini temsil ediyormuş. Bu fikir nereden geliyor? Cumhurbaşkanlığı websitesindeki bilgilere göre, 16 yıldızlı fors en az 1920'lerden beri kullanılmaktaysa da, yıldızların Türk devletlerini temsil ettiği yakıştırması ilk kez 1969 yılında Yüzbaşı Akib Özbek'in bir  kitabında ortaya konmuş, "bu görüş izleyen yıllarda kabul görmüştür" (http://www.tccb.gov.tr/sayfa/cumhurbaskanligi/fors/). Fors, yasal düzenlemelerde tanımlanmışsa da, ilgili düzenlemelerde 16 Türk devletinin sözü edilmez. Bunula birlikte söz konusu devletlerinin hangileri olduğuna dair liste uzun süredir milli eğitim pedagojisi çerçevesinde dolaşımda, ki bu liste medyada bolca yayımlandı. Listenin ne denli keyfi olduğuna dair Coşkun Üçok'un bilgilerini aktaran Murat Belge yazısı, okunmaya değer: http://www.radikal.com.tr/politika/murat_belge_yillar_once_yazmisti_gelelim_16_turk_devletine-1271663). 

Kısacası tarihçi Eric Hobsbawm'ın "geleneğin icadı" adını vereceği durumlardan birinin tam göbeğindeyiz gibi görünüyor.  Oluşmakta olan "16 Türk devleti" geleneğinin mitolojik bir ciddiyetle kullanıma soktuğu tarihsel malzemeye dair iki çift lafım var.


‘Türk’?
Vatandaşlık bağından ayrı ele alınacak bir Türklük kimliğinin en somut dayanak noktası dil bağıdır dersek herhalde buna pek karşı çıkan olmaz. Bu minvalde, Türkçe bir dilde esaslı metinler bırakmış olan ilk kavim olan Kök Türklerin (bizim dilimizdeki anlamıyla ‘mavi Türkler,’ milli eğitim terminolojisinde ‘Göktürkler’) öncesinde kalan topluluklara Türklük yakıştırmak hayli spekülatif, siyasi bir eylem. Üstelik milli eğitim tarih kitaplarında topluca Hun adıyla anarak bir devamlılık yakıştırdığımız bu tarihöncesi toplulukların birbirleriyle olan ilişkileri de oldukça karanlık. Örneğin okullarda Asya Hunları diye öğretilen, aslında hangi dili konuştuklarını bilmediğimiz ve Çin kaynaklarında Hiung-nu diye anılan kavmin, dört asır sonrasının Roma kaynaklarında Hunlar adıyla anılan (keza ne dil konuştuklarını bilmediğimiz) kavmin atası olduğu, bir varsayımdan ibarettir. Mantıken saçma bir varsayım değildir, ama delilleri zayıf bir varsayımdır. Kaldı ki bu iki topluluk arasında genetik veya (daha kuvvetle muhtemel) kültürel-dilsel bir devamlılık olsa dahi, aradaki zaman ve mekan mesafesinden dolayı, yazıyı bilmeyen bu insanların kendileri bu durumdan muhtemelen bihaberdi.

‘Türk devleti’?
Yoksul, göçebe toplumların siyasi-askeri örgütlenme alanındaki yetileri hep hayranlık uyandırmıştır. Bununla birlikte ancak arada bir ortaya çıkan güçlü bir lider zamanında bütünlüklü davranabilen göçebe klanlar konfederasyonlarının 'devletliği’, dili belli olmayan toplulukların ‘Türklüğü’ kadar su götüren bir yakıştırma. Bu iki yakıştırmanın ulusal devletler çağından öncesine kasıtla bir sıfat tamlamasında buluşturulması ise başlı başına bir anakronizm. Tarihsel bilgilerimiz ışığında Türk devleti yakıştırmasının üzerinde en az sırıtacağı Rum Selçuk Sultanlığının (yani o zamanlar Roma’dan bozarak ‘Rum,’ şimdi ‘Anadolu’ dediğimiz ülkeye yerleşmiş olan Selçuklular, milli eğitim terminolojisindeki ‘Anadolu Selçukluları’) listenin dışında kalmış olması ise yapılan bu yakıştırmaların keyfiliğine işaret eden çarpıcı bir ironi.

‘Devlet’?
Binlerce yıllık bir tarihsel birikimi savaşçılar yerine kültür, bilim, ticaret vb insanlarıyla temsil etmek kimsenin aklına gelmiyor. İlla elinde topuzuyla er olacak, erkek olacak. Sağlaması otoriterlik ve militarizm ile yapılan bir milliyetçilik bizimkisi. Toplumun özeti devlet, devletin özeti de zorbalık aygıtı. Bir müsamere yapılacaksa neden bir Kaşgarlı Mahmud, bir Takiyüddin, bir Evliya Çelebi orada olmasın? Hayli keyfi Türklük kriterlerinin müsaadesiyle, bir İbn-i Sina, bir Harezmi? Balyan biraderleri, Zilciyanları görmeyi bekleyen yok ama bir Mimar Sinan? Sonra da şikayet et dur, neden Sinan tanınmıyor, neden hep ‘barbar’ biz oluyoruz, ve saire ve saire...

‘Türk’ devleti?

Türk-Kürt barışının kalıcılaştırılması için, Alevilere yönelik ayrımcılığın giderilmesi için güya çalışmalar yapılan bir dönemde, Hunlara kadar giden, Babürlüleri kapsayabilen ama Karakoyunluların veya Safevileri dahil edilmediği bir etno-ulusal unsurun siyasi örgütlenmemizdeki ayrıcalıklı yerinin böyle sakil biçimde hatırlatılması ise başka bir çelişki.

Hiç yorum yok: