Dün akşam Beşiktaş'taki Bahçeşehir Üniversitesi'nde bir belgesel izledim.
Türkiye'de Caz, aslında ekşi sözlük'te dolanırken karşıma çıkan bir entry sayesinde haberdar olduğum bir belgeseldi. Google hazretlerinde biraz araştırınca sadece belirli yer ve tarihlerde gösterim şansı bulan bir yapım olduğunu görüp mevcut ilk gösterim için yer ayırttım. Dün de gidip izleme fırsatı buldum. Bloga uzuuun aradan sonra yazdığım bu yazıda biraz bu belgesel ve ona dair izlenimlerimden bahsedeceğim.
Belgeselin web sitesine baktığımda ( meraklısı için http://www.turkiyedecaz.com/ ) Türkiye'de caz müziği denince akla gelen çok sayıda kişiyle yapılan röportajların çokça kullanıldığını anlamıştım. Ama belgeselde bir anlatıcının olmadığını görünce ne yalan söyleyeyim biraz garipsedim. Sanıyorum belgesellerde bir dış sesin gerekli olduğunu düşünüyorum, o nedenle sadece röportaj yapılan önemli müzisyenlerin, gazetecilerin... konuşmasını biraz garipsedim. Yine sanıyorum belgesel deyince hele tarihle ilişkili bir belgesel deyince aklıma daha didaktik bir belgesel geliyor. Dış sesin gerekliliği düşüncemin altında belki de bu yatıyor: dış ses biz izleyiciye olayın asıl önemli noktalarını, dikkat etmemiz gereken noktaları vs sunmalı, biz izleyiciler olarak "gerçekleri" o dış sesten öğrenmeliyiz... Neyse, bu benim kişisel takıntım olarak da görülebilir belki. Geçelim.
Belgesel, Türkiye'de caz tarihini anlatmaya elbette 19. asırdan başlıyor. Bu dönemden bahsedilirken gayrimüslimler sıklıkla anılıyor, caz müziğinin bu topraklara gelmesinde onların öneminin özellikle altı çiziliyor. Kronolojik olarak devam eden belgeselde Osmanlı girizgahından sonra ülkede caz tarihinin kilometre taşları olan -ve cahil bir adam olarak çoğunun adını bilmediğim- kişilerle yapılan görüşmeler yer alıyor. İzleyecek olanların da zaten benimle hemfikir olacağından eminim Cüneyt Sermet, belgeseli alıp götürme potansiyeli olan bir figür olarak öne çıkıyor.
Belgeseli izlerken akla takılan bazı sorular da oluyor. Mesela, Ermenilerin, (Rumların ve Yahudilerin) caz müziğinin gelişmesindeki katkısını müzisyen Emin Fındıkoğlu kilise müziğinin çok sesli olmasına bağlıyor. Yani cemaatte zaten belirli bir müzik birikimi vardı, caz müziğinin çok sesli yapısını benimsemeleri daha kolay olmuştur, gibi bir önermesi var. Aynı topraklarda yaşayan Rumlar için aynı durum söz konusu ise onlarda neden benzer bir yönelme görmüyoruz acaba, sorusu aklıma takıldı. Yine aynı şekilde aslında pamuk tarlalarında çalışan Afro Amerikalıların oluşturduğu bir müzik türü nasıl oluyor da buralara geldiğinde daha elit bir müzik halini alıyor? Bizim pamuk tarlalarında çalışan insanlarımızın yaptığı müzik neden caz kadar yaygın bir müzik türü olmuyor, coğrafi olarak Anadolu'da kısıtlı kalıyor? Bu sorunun cevabı muhtemelen tek sesli çok sesli ayrımında yatıyor, ama konu hakkında kalem oynatacak denli bilgim olmadığından susmayı yeğliyorum.
Elbette müziğe dair bir belgesel olduğundan belgesel boyunca kulağınızın pasının silinmesi garanti. Benim daha önce hiç duymadığım bir sürü ismin bir sürü kaydın olduğunu görmek benim için çok güzel oldu. Dave Brubeck'in Blue Rond A La Turk adlı bir eseri olduğunu bilmiyordum, öğrendim ve sevdim (meraklısı tıklayarak neden bahsettiğimi kendi kulaklarıyla duyabilir http://www.youtube.com/watch?v=kc34Uj8wlmE ) Hakeza Özdemir Erdoğan'ın ünlü Take Five eserini bizim coğrafyaya ait sazlarla çalması ilginç bir tecrübe olarak gözüktü kulağıma, beğendiğim bir diğer çalışma da bu oldu diyebilirim ( http://www.youtube.com/watch?v=J3ne4XcUvjo ) Belgeseli izleyince daha birçok kaydı siz de duyacak ve seveceksiniz eminim.
Gelelim belgeselin bence eksiğine -ki bu eksiklerin hiç bir şekilde belgeselin önemine bir halel getirmesini istemem, şimdiden belirteyim. Naçizane tarihle haşır neşir olan birisi olarak ben biraz daha arşiv taraması beklerdim belki. Bizim Başbakanlık Osmanlı arşivlerinde neler vardır, bilemiyorum, muhtemelen çok bir şey yoktur. Ama gazete veya dergilerde yapılacak bir arşiv araştırması bize daha ilginç şeyler söyleyebilir gibime geliyor. Yine aynı minvalde, gayrimüslimlerin öneminden bahseden belgeselde gayrimüslim cemaatlerin yayınlarından da yararlanılabilir belki. (Bunu söylerken şunu da zikretmekte yarar görüyorum: Bilen bilir, arşiv taraması yapılsa bile, ki belki yapılmıştır gerçekten, tarama neticesinde hiçbir şey bulamama ihtimali de vardır. Tarama size muhakkak bir veri sağlayacak diye bir garanti yoktur maalesef. O nedenle "bu tarz bir tarama mutlaka belgesele bir şeyler ekleyecektir" diyemiyorum. Bu yazdıklarım, eski bir tarihçinin "arşiv sapkınlığı" olarak da okunabilir.)
Kısaca söylemek gerekirse yönetmen Batu Akyol ve ekibinin eline sağlık, güzel bir çalışma olmuş. Gösterim sonrasındaki soru-cevap kısmında konuya dair ellerinde belgeselde gördüğümüzden daha fazla malzeme olduğunu söyleyen bu ekipten başka çalışmalar da bekliyoruz.
1 yorum:
Güzel bir paylaşım olmuş. İzlemek isterdim belgeseli..
Yorum Gönder