İçimizde (saklı/atıl) kalmış entelektüel üretim enerjilerini açığa çıkarıp tepkimeye sokacak bi kıvılcıma ihtiyacımız var diye düşünüyorum. Bunu üretime sevk edecek, ifade edilmesini sağlayacak bir paylaşım ortamına ihtiyacımız var.
Bu ilk paragrafla tam bir sene önce yayına başlayan blogumuzda şimdiye dek 80 yazı yayınlanmış, 13682 hit ve 9324 visit almışız.
Bu 80 yazının yazarlarına ve kıymetli okuyucularımıza selam ederken henüz yazma fırsatı olmayan üyelere de yazılarını beklediğimizi hatırlatalım:)
Meraklısına not:
Bu yazıyı neden benim yazdığım sorulabilir.Özde değil ama sözde admin olarak blogun "idaresine" bendeniz bakmaktayım.Bu nedenle bu işi de ben üstlendim.Yoksa admin olmanın bana verdiği bir kudret yok.Diğer yazarlardan hiç bir farklı hakkım olmadığı gibi, benim ettiğim kelamlar da diğer kelamlar kadar değerli/değersiz.
"Blogun başöğretmeni" olma gibi bir durumum olmadığını sevgili okurlarımıza duyurmayı -yanlış anlaşılmalara mahal vermemek adına- bir borç bilirim.
Blog, Boğaziçi Üniversitesi vesilesiyle tanışan bir grup arkadaşın eseridir. Blogda "serbest kültür çalışmaları" diye tanımlanacak denemeler yer alır. Yazarları bir araya getiren, ortak siyasi duruş veya estetik beğeni değil, özgür düşüncenin meyvelerinin değerli olduğuna duyulan inançtır. Bize ulaşmak için: fmoblogu@gmail.com
27 Şubat 2010 Cumartesi
20 Şubat 2010 Cumartesi
kahVesaire telVesile...
Gerçeklik bir sanrıysa eğer, kahve, telvesi ile, hayatını bir hayal üzerine kurmak isteyenlere zaman zaman keskin ve hoş kokulu bir kaçış sunmalı. İster özgürlük deyin, ister şımarıklık, isterse aşırılık bu kaçışa… ya da bir gereklilik. Hazırlanışı, içimi ve elbet o büyülü anı tamamlayacak tabağın fincan ile muntazam birleşimi ise bu gerekli kaçışı olanaklı kılacak bir ritüel, geçiş anı olmalı. İnsan, telvede saklı hayaller üzerinden tanımlamalı kendini bazen. Hayatın soluk grisine telvenin kahvesini, şarabın kızılını katabilmeli. Baş aşağı edilmiş fincanda soğuyan telve gibi akışkan güzellikleri dondurabilmeli bir an için de olsa…. yıkanıp gideceğini bile bile.
Beklentiler ve hayaller ile gerçekler arasına porselenden örülmüş duvarın biraz aralanmasıyla yayılıyor efsun köşe bucağa. İşte o an, tüm korkularıyla yüzleşmeye hazır ben, kendimi, bu hikâyenin hem başrolü hem de dinleyicisi olarak bulmanın verdiği ruhani yorgunluğu bir an silkip üzerimden, bırakıyorum kendimi telveden bir denize. Duygu yoğunluğuyla kabaran dalgalar arasında leke olmuşum; bir belirip bir kayboluyorum.
Tarif edilemez bir heyecan ve müthiş bir korku ile etrafa bakıyorum. Karşımda bir resim… yaşlı bir kadın salıncakta sallanıyor. Her salınışı ile havalanan çiçekli entarisi Beyoğlu kaldırımlarına güneşi taşıyor. O ki… çocuksu bir mutlulukla sarhoş, hayatı beş paraya satıyor. Gölgelerin belirginleştirdiği çehresi, seneler önce yitmiş bir kadını anımsatıyorsa da bana, çizgilerde sürdürüyor olmalı ki hayatını, bakın Odman’ın tuvalinden hınzırca gülümsüyor.
Bir diğerinde kahvelerini yudumlayan iki aşık mı görülüyor, yoksa tek vücut olduğunu sanan, fakat çift başlı bir kahve tanrıçası mı… Her bakışım ile yeni anlamlara bürünen bu resmin son olarak edindiği anlam, çalkantılı ruh halime esir düşüyor olmalı ki şöyle çiziktirmişim kağıda… aşıkların döke saça yaşanan ve savurganlığı ile kaybolan ilişkilerinin telve üzerinden bizlere aktarımı.
Kanatlar… kanatlar hakim pek çok resme. Fakat çırpınmayan kanatlar. Uçup gitmeyen, gidemeyen ya da gitmek istemeyen mi yoksa? Donuk telveye yapışıp kalmış hayaller olmuş kanatlar, hala bu dünyaya ait olduğunu, bizim olduğunu, bizi tanımladığını mı söylemeye çalışıyor?
Fal… Kimin baktığı kadar, kime bakıldığı da önemli olmalı ki tek bir yorumla kimse yetinemiyor. Şekillerin hangi göze sunulduğu, sözlerin hangi kulağa fısıldandığı, içimin hangi damağa hitap ettiği daha da önem kazanıyor… çünkü her biri, bir ötekini tamamlıyor ve Odman’ın kahvesel ayinini tanımlıyor. Her duyguya hitap eden, anlatan kadar anlatılanın da önem kazandığı, farklı gözlerin, hislerin ve yorumların resme değer kattığı çalışmalar karşımıza çıkıyor.
Odman’ın fırçası, tuvale biraz keder, bolca da hayal serpiştirmiş. Nasıl ki fırıldak misali dönen fincan parmak uçlarında falcının döndürürse başımı ve her yudum kahve ile ayılırsa gerçeklerden sarhoş usum, Odman’ın tabloları da böylesine tatlı bir girdabın içine itip çekiyor beni.
Geçtiğimiz ay Odakule Sanat Galerisi’nde sevenleri ile buluşan Utku Özden Odman, porselene işlenmiş hayallerimizi yorumlamak için bir şans daha sunuyor bizlere. 19-21 Şubat arası düzenlenecek Türkiye’nin ilk Kahve Festivali kapsamında Sultanahmet-Binbirdirek Sarnıcı’nda görüşmek dileğiyle.
Beklentiler ve hayaller ile gerçekler arasına porselenden örülmüş duvarın biraz aralanmasıyla yayılıyor efsun köşe bucağa. İşte o an, tüm korkularıyla yüzleşmeye hazır ben, kendimi, bu hikâyenin hem başrolü hem de dinleyicisi olarak bulmanın verdiği ruhani yorgunluğu bir an silkip üzerimden, bırakıyorum kendimi telveden bir denize. Duygu yoğunluğuyla kabaran dalgalar arasında leke olmuşum; bir belirip bir kayboluyorum.
Tarif edilemez bir heyecan ve müthiş bir korku ile etrafa bakıyorum. Karşımda bir resim… yaşlı bir kadın salıncakta sallanıyor. Her salınışı ile havalanan çiçekli entarisi Beyoğlu kaldırımlarına güneşi taşıyor. O ki… çocuksu bir mutlulukla sarhoş, hayatı beş paraya satıyor. Gölgelerin belirginleştirdiği çehresi, seneler önce yitmiş bir kadını anımsatıyorsa da bana, çizgilerde sürdürüyor olmalı ki hayatını, bakın Odman’ın tuvalinden hınzırca gülümsüyor.
Bir diğerinde kahvelerini yudumlayan iki aşık mı görülüyor, yoksa tek vücut olduğunu sanan, fakat çift başlı bir kahve tanrıçası mı… Her bakışım ile yeni anlamlara bürünen bu resmin son olarak edindiği anlam, çalkantılı ruh halime esir düşüyor olmalı ki şöyle çiziktirmişim kağıda… aşıkların döke saça yaşanan ve savurganlığı ile kaybolan ilişkilerinin telve üzerinden bizlere aktarımı.
Kanatlar… kanatlar hakim pek çok resme. Fakat çırpınmayan kanatlar. Uçup gitmeyen, gidemeyen ya da gitmek istemeyen mi yoksa? Donuk telveye yapışıp kalmış hayaller olmuş kanatlar, hala bu dünyaya ait olduğunu, bizim olduğunu, bizi tanımladığını mı söylemeye çalışıyor?
Fal… Kimin baktığı kadar, kime bakıldığı da önemli olmalı ki tek bir yorumla kimse yetinemiyor. Şekillerin hangi göze sunulduğu, sözlerin hangi kulağa fısıldandığı, içimin hangi damağa hitap ettiği daha da önem kazanıyor… çünkü her biri, bir ötekini tamamlıyor ve Odman’ın kahvesel ayinini tanımlıyor. Her duyguya hitap eden, anlatan kadar anlatılanın da önem kazandığı, farklı gözlerin, hislerin ve yorumların resme değer kattığı çalışmalar karşımıza çıkıyor.
Odman’ın fırçası, tuvale biraz keder, bolca da hayal serpiştirmiş. Nasıl ki fırıldak misali dönen fincan parmak uçlarında falcının döndürürse başımı ve her yudum kahve ile ayılırsa gerçeklerden sarhoş usum, Odman’ın tabloları da böylesine tatlı bir girdabın içine itip çekiyor beni.
Geçtiğimiz ay Odakule Sanat Galerisi’nde sevenleri ile buluşan Utku Özden Odman, porselene işlenmiş hayallerimizi yorumlamak için bir şans daha sunuyor bizlere. 19-21 Şubat arası düzenlenecek Türkiye’nin ilk Kahve Festivali kapsamında Sultanahmet-Binbirdirek Sarnıcı’nda görüşmek dileğiyle.
Etiketler:
çikolata,
hayal,
kahve,
kahve festivali,
sergi,
utku özden odman
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)