28 Mart 2012 Çarşamba

Halk Kütüphanesinde Bir Amerikalı - Kısm-ı Evvel

Yüksek lisans tezimi yazarken mahallemizde bulunan eski bir halk kütüphanesine devam etmeye başladım. Hem sessiz sakin bir mekandı haliyle, neticede bir kütüphane, hem kablosuz internet bağlantısı sağlıyordu. Hem de geniş bir mekanda hizmet veriyordu okurlarına. Kütüphaneyle tanışmam bu şekilde oldu, Caddebostan Muhtar Özkaya Halk Kütüphanesi. Kütüphanenin eski halini biliyordum aslında. Daha ilkokula giderken arada sırada da olsa yararlandığım bir mekandı, malumunuz ne internet var ne başka bir kaynak. Kitap yegane bilgi kaynağı o zamanlar. Özel TV kanalları bile daha çok taze bir "icat" memlekette. O zamanki halini hatırlıyorum: izbe, her tarafı toz içinde bir mekan. Kitapların bir düzeni yok, altalta üstüste... Yeni hali ise bambaşka. Yazının sonunda kütüphaneye dair bilgiler de yer alacak. 

Askerden geldikten sonra da bu kütüphanede çalışmaya devam ettim, başkaca akademik işler için. Günlerden bir gün bir masada kallavi bir Osmanlıca sözlük ve pek de kolay olmayan Osmanlıca bir metin gördüm. Alışık olmadığım bir durum olduğu için, sahibiyle tanışmak istedim ve gördüm ki sahibi Amerikalı bir Osmanlıca sevdalısı. Hikayesini aşağıda okuyacaksınız zaten o nedenle daha fazla ayrıntıya girmiyorum. Sonrasında kütüphanede rastlaştık, haftada bir iki kere kahve sohbetleri yaptık kendi kendimize. Elbette, gene aşağıda göreceğiniz kitap ve içeriğinden de bahsettik ve sonra aklıma geldi böyle bir yazı hazırlamak. 

21 Mart 2012 Çarşamba

Türkiye’de sol siyaset imkanı ve imkansızlığı




Türk siyasetinin geçmişine dair bildiklerimiz ve geleceğine dair öngörebildiklerimiz ışığında, sol siyaset nereye gitmekte? Solun parti düzeyinde kurumsallaşması, kitlelerce benimsenmesi, anlamlı politikalar üretip siyasete yürütme makamından katılması mümkün görünüyor mu? Ben burada görece olumsuz bir yanıt veriyorum, ve bunun yakın dönemdeki başlıca nedeni olarak da Kürt sorununa odaklanıyorum.
  1. Türk(iye) solu Kürtlerden uzak durduğu ölçüde yoksullardan uzak duruyor. Çünkü yoksulluk, başka hiçbir toplumsal kümenin (coğrafi, mezhepsel, mesleki) olmadığı kadar Kürtlerin yakasına yapışmış bir lanet... Açıktır ki yoksullara hitap edemeyen bir sol siyasetin toplumsal tabanı oldukça güdük kalacaktır.
  2. Buna paralel biçimde, Kürtler Türk solundan uzaklaşıp siyasi umutlarını etnik-milliyetçi bir silahlı harekete bağladıkları ölçüde Kürtlükleri yoksulluklarının önüne geçiyor, gerek kendilerinin gerek dışarıdan bakanların algılarında onların kimliğini belirleyen başlıca unsur oluyor. Bu algı, etnik ayrımları önemsiz kılabilecek sınıf içi veya sınıflar arası koalisyon imkanlarından Kürtleri dışlıyor.
  3. Aynı zamanda, Kürtler Türk(iye) solundan uzaklaşıp siyasi umutlarını etnik-milliyetçi bir silahlı harekete bağladıkları ölçüde; Kürt meselesini bir asayiş sorununa tercüme etmek  milliyetçi-muhafazakar seçkinler için daha kolay ve kamuoyu karşısında savunulabilir bir politika haline geliyor. Bu asayiş sorunu ile baş etmek için iç güvenlik odaklı bir asayiş aygıtını her daim tetikte ve operasyonel tutmak icab ediyor.
  4. Sonuç olarak, asayiş aygıtının serbest ve etkin biçimde hareket edebilmesi için oluşturulan siyasal-yasal ortamda her türlü toplumsal muhalefet hareketini Kürt meselesinin yarattığı asayiş sorunu ile ilişkilendirerek gayrımeşru ilan etmek ve zor kullanarak susturmak milliyetçi-muhafazakar seçkinler için mümkün oluyor. Genel kamuoyu, yapılan işten rahatsızlık duymak bir yana, alkışlıyor. Böyle bir ortamda anaakım sol, asayiş aygıtının bu saldırılarını üzerine alınıp tepki gösteremiyor. Bu tepkisizlik, solu Kürtlere uzak kılıyor, genel toplumsal muhalefet imkanlarına yapılan baskı neticesinde de sol siyasetin örgütlenme yeteneği ayrıca bir darbe yemiş oluyor.
  5. Tüm bu dinamikler birbirlerini pekiştirerek, uluslararası gelişmelerden kaynaklanabilecek veya yukarıda sayılan toplumsal/siyasi aktörlerden birinin ani bir strateji değişikliğine gitmesi ile tetiklenebilecek büyük ölçekli bir değişiklik olmadan çözülemeyen bir nedensellik yumağı oluşturuyor. Her bir dinamik bir diğerinin devam nedeni oluyor.

19 Mart 2012 Pazartesi

Tarihçi Cemal Kafadar ile Söyleşi

Başlık biraz aldatıcı aslında zira söyleşiyi yapan biz değiliz. Boğaziçi Üniversitesi Atatürk İnkılapları Enstitüsü'nde doktora yapan Ayşe Yazıcıoğlu'nun Toplumsal Tarih için gerçekleştirdiği bir söyleşi. "Tarihçinin Odası" adı altında tarihçiye, kelimenin gerçek manasıyla, odasına dair sorular da sormak kaydıyla gerçekleşecek bu söyleşiler. Blogda Cemal Hoca'nın bir kitabına dair de reklamsal bir yazı yazmıştım. İlgilisi için bakınız ve tıklayınız: http://fikirmahsulleriofisi.blogspot.com/2010/12/kim-var-imis-biz-burada-yog-iken.html