11 Aralık 2016 Pazar

Nasıl büyüdük? Şimdi niye büyümüyoruz? Ekonomik durumla ilgili gözlemler

Alper H. Yağcı, 8 Aralık 2016

Mevcut ekonomik durumla ilgili bazı hatırlatma ve düşünceler. Çok orjinal şeyler yazmayacağım ama derleyip toparlayıcılık adına faydalı olabilir. Ekonomide nerden geldik, nereye gidiyoruz gibi görünüyor?


• Türkiye’nin tüm önemli ekonomik krizleri ödemeler dengesi problemlerini takip etmiştir. Bugün de önemli bir ödemeler dengesi problemi yaşıyoruz.

• Ödemeler dengesi, ülkeye giren ve çıkan dövizin birbirine denkliğine verdiğimiz ad. Denge tanım gereği her zaman sağlanıyor, ancak mesele nasıl sağlandığı.

• Ödemeler dengesinin gerçekleştiği iki ana kanal var: ‘cari hesap’ (yani gelir akışı niteliğindeki dövizlerin bilançosu) ve ‘sermaye hesabı’ (yani stok halinde el değiştiren dövizlerin bilançosu).

• ‘Cari hesabımızda’ durum şu şekilde: Türkiye 1946’dan beri kronik olarak ticaret açığı veriyor. Bu açığa yurtdışına kar ve faiz transferleri ekleniyor. Turizm gelirleri ve yurtdışındaki Türk işçilerinin ve müteahhitlerinin vb gönderdikleri de bunları karşılamayınca cari açık vermiş oluyoruz. Sürdürülebildiği ölçüde bu illa kötü bir şey değil çünkü bu, ihracat kapasitemiz üzerinde bir tüketim ve yatırım yani ekonomik büyüme seviyesi yakalamamız mümkün oluyor demek.

• Peki bu nasıl mümkün oluyor? ‘Sermaye hesabımız’ fazla verdiği için oluyor. Bunu yabancı yatırımlar çekerek, ve mevcut borç ödeme taksitlerini aşan yeni dış borçlar bularak başarıyoruz.

• Fakat yabancılar bize yatırım veya borç halinde yeni sermaye ihraç etmeyi yavaşlattığında bir ödemeler dengesi problemi baş gösteriyor. Problem, Merkez Bankası’nın (MB) döviz rezervlerini elden çıkararak ötelenebilir. Fakat Türkiye gibi değerli kaynaklardan yoksun bir ülkenin MB rezervleri bu problemi tipik olarak ancak birkaç ay öteleyebiliyor, şu an da durum farklı değil. Bu durumda ya büyüme yavaşlamalı, ya Türk lirasının değeri düşmeli. Her iki durumda dünyaya kıyasla Türk vatandaşlarının alım gücü ve iç tüketim azalıyor.

• Buraya kadar yazdıklarım, dış sermayeye bağımlılığın, Türkiye ekonomisinin ne zaman ve ne kadar büyüyebileceğini sınırlayan önemli bir parametre olduğunu ifade ediyor. Bu bağımlılığı orta vadede azaltmak için yurtiçi tasarruflar artırılmak zorunda. Tasarruflar arttıkça ihracat / ithalat oranı artar, yatırımlar için ihtiyaç duyulan yabancı sermaye oranı azalır. Tasarrufu artırmak ise kolay değil. Tasarruf edilen her bir lira, o an için tüketilmeyen bir lira demek, oysa ki çekici olan hep tüketmek.

• 2002-2007 arasında Türkiye çekici olanı seçti. Gelirin tasarruftan ziyade tüketime yöneldiği ve büyümenin tüketimden beslendiği bir modeli oturttu. Tüketim, yabancı sermaye transferi ile finanse edildi.

• Yabancı sermaye, hem istihdam yaratma ve teknoloji öğretme potansiyeli olan doğrudan yatırımlar halinde geldi, hem borsada vb vurup kaçmaya bakan ‘sıcak para’ halinde geldi, hem de borç halinde geldi. Özelleştirmeler ve mali disiplin sayesinde devletin borçları görece temizlendi, ama özel sektörün döviz borçları birikti.

• Yabancı sermayeyi çekebilmek için Türk lirası kuvvetli tutuldu ki yabancılar TL’ye yatırım yapmak için dövizlerini bize getirsin. Gerçekleştirilen reel büyüme, TL’nin döviz karşısında değer kazanması ile birleşince milli gelirimiz bir ara dolar bazında 3 kat artmış oldu. Dünyaya kıyasla alım gücümüz arttı. Bu, ithalatı özendirdi.

• 2001 krizinin yoksullaştırıcı etkisinin ardından yapılan bu tercihler siyasi açıdan anlaşılır, belki büyük oranda zorunlu tercihlerdi. Ancak bu dönemdeki sermaye girişi iyi değerlendirilemedi. Makroekonomik tercihlerin üretimi baltalayan yan etkilerini telafi edecek değil aksine pekiştirecek mikro politikalarda ısrar edildi. Tasarrufları özendirici, üretkenliği artırıcı, kur politikalarının ötesinde ihracatı kolaylaştırıcı yapısal reformlar yapılmadı.

• Nasıl yapılmadığına dair birkaç örnek: Her tür inşaat her tür vasıtayla teşvik edildi. Patlama yaşayan inşaata vergi bile uygulanmadı. Emlak vergilerinin devlet gelirleri içindeki payı Güney Kore’dekinin yanında ufacık kaldı. Sermaye, sanayiden ve tarımdan çıkıp zaten geçmişten beri bizim gelir seviyemizdeki bir ülke için fazla şişkin olan hizmet (inşaat, turizm, perakende vb) sektörüne kaydı. Güney Kore’de GSYİH'nin % 4’ünü aşan Ar-Ge harcaması bizde % 1 civarına yapıştı. Her yıl tekrarlanan uluslararası PISA sınavlarında eğitim kalitemizin bir arpa boyu ilerleyemediği ortaya çıktı, vb. Sonuç olarak ihracatın ithalatı karşılama oranı düşerken ihracatımız içinde yüksek teknoloji ürünlerinin oranı da düştü.

• Bu sırada özellikle sağlık hizmetine ve konuta erişimde önemli kazanımlar elde eden ve fiyat istikrarından faydalanan seçmen kitlesi, ekonomi yönetimine itiraz etmedi. Yabancı sermaye geldiği ölçüde, modeli sürdürmek siyaseten çekici hale geldi. Türkiye, Batı’yla ve genel olarak dış dünyayla iyi ilişkileri, demokratikleşen görüntüsü ve mali disiplini ile sermaye piyasalarına güven verdiği sürece dışarıdan sermaye çekmeyi sürdürdü.

• 2008 krizi, dış kaynaklı bir kriz olduğu için, sermaye akışı önce kesildi, krizden sonra aynı parametreler çerçevesinde akmaya devam etti. Sonuç olarak krizden en çok etkilenen ülkelerden biri olduk, ama krizden sonra da yüksek büyümeye önce bir geri döner gibi olduk.

• Fakat yaklaşık 2011 seçimlerinden itibaren işler içeriden ve dışarıdan değişmeye başladı. Dışarıda, küresel merkezdeki ekonomik durgunluğun yükselen piyasalara sıçrayarak atalet kazanması, bir de doların toparlanmaya başlaması var. Bu zaten yabancı sermaye arzının daralması demek. İçeride de Haziran 2015 seçimlerinden beri artan ve Temmuz 2016 darbe girişimiyle bambaşka bir boyuta sıçrayan siyasi sorunlar olduğundan, yabancı sermayenin Türkiye’ye, Türkiye’deki varlıklara, Türk lirasına olan güveni ve talebi de daralıyor. Sonuç olarak Türk lirası üzerinde devalüasyon (değer kaybı) baskısı oluyor.

• Gelinen noktada Merkez Bankası (MB), enflasyon hedeflemesi kaygısıyla TL’yi savunma refleksi gösteriyor, faizleri artırmak istiyor. Bu, uluslararası finans çevrelerinin de beklentisi. Faiz artırımının yan etkisi, yatırımlarda azalma ve ekonomik büyümenin aşağıya inişi olur (yılın üçüncü çeyreğinde eksiye dönmüş bile olabiliriz, henüz veri açıklanmadığı için bilmiyoruz).

• Özellikle Mart 2017’de beklenen başkanlık referandumuna kadar, seçilmiş siyasi iktidarın ekonomide durgunluğa pek tahammülü olamaz. Fakat MB’yi doğrudan manipülasyon görüntüsü, tam da ekonomik sorunların kaynağındaki siyasi keyfilik algısını pekiştireceği için siyasi iktidar, ‘MB sana söylüyorum, uluslararası finans sen anla’ diye özetleyebileceğimiz bir güven oyunu oynuyor. Bir yandan MB’nin faizleri az da olsa artırmasına müsaade ediyor, bir yandan buna yüksek sesle kızıyor, ama faiz artırımının önüne geçecek kadar da karışmıyor (istense kapalı kapılar ardında geçilir). Böylece ‘hükümete rağmen’ az da olsa faiz artırabilen merkez bankasının bağımsızlığı gösterilerek TL’ye güven ayakta tutulmaya çalışılıyor.

• Bununla birlikte siyasi önceliklerden ötürü bu oyunun bir sınırı var, kuvvetli faiz artırımı olası değil. Devalüasyona bir nebze daha mecbur müsaade edileceğini düşünüyorum. Bu sırada ya özellikle ücretlilerin alım gücünü düşürecek bazı politikaları hayata geçirmek ya da enflasyonun yukarı yönlü hareketine göz yummak gerekecek. Ben yine siyasi konjonktürden ötürü ikincisinin birkaç ay tercih edileceğini düşünüyorum. Bu sırada dolar borcu yüksek firmaların canı çok yanacak.

• Görüldüğü gibi kronik cari açık veren bir ülkeye sermaye akışları yavaşlayıp bir ödemeler dengesi sorunu baş gösterince verilebilecek her tepkinin bir bedeli var. Bu bedelleri asgariye indirmek için en azından başkanlık referandumuna kadarki süreçte ayrıca neler denenebilir?

• Merkez Bankası rezervleri bir nebze eritilir. Eylül’den beri bu yapılıyor zaten.

• Batı’dan gelecek kredi kanalları herhalde tamamen kapanmadıysa da kısılmıştır. Şu konjonktürde Rusya’dan ve belki Katar’dan vb kredi aranabilir. Gerçi bu yalnızca Suriye değil doğalgaz projeleri vb konusunda da Rusya’nın önemli tavizler koparması anlamına gelecektir.

• Ödemeler dengesini ‘net hata ve noksan’ kaleminden destekleyen kaynağı belirsiz sermaye girişleri özendirilir. Bu ülkeye giren altın ve dövize ‘nereden buldun’ diye sormayarak, vergilendirmeye çalışmayarak yapılır. Darbe girişiminin hemen ardından çıkarılan Varlık Barışı kanunu ile zaten bunun yasal zemini hazır. (2008 krizinde gelen kaynağı belirsiz 15 milyar dolar o zaman için büyük fark yaratmıştı).

• Hane halklarının hatta yerli firmaların ve bankaların dolar ‘bozdurması’ yönündeki telkinlerin gerisinde ise böyle bir hareketle dolar arzında hakiki bir artış yakalama beklentisinden ziyade kararlılık ve güven algısını özellikle içeride yaratma isteği olsa gerek.


• Toparlamak gerekirse, dış sermayeye bağımlılık, Türkiye ekonomisinin ne zaman ve ne kadar büyüyebileceğini sınırlayan önemli bir parametre. Bu bağımlılığı azaltmak için yurtiçi tasarruflar artırılmak zorundaydı. Fakat tasarruf zor, tüketim çekici. Biz tüketerek büyüdük. Sanayi ve tarımla değil hizmetle büyüdük, bu büyümeyi iç tasarruflarla değil dış sermaye girişi ile finanse ettik. Bu gerçek bir büyümeydi ve önemli dönüşümler yarattı ama kur farklarından ötürü reel büyüklüğünden de fazla göründü. Kur değişince görüntü değişti. Hani bir noktada 3’e katlanmış görünen dolar bazında milli gelir, 2015 sonu itibariyle 2008’deki seviyesinin gerisine düştü. Üstelik büyümeyi finanse etmiş olan yabancı sermaye şimdi çıkmak istiyor. Cari açık verirken dünyayla ve kendisiyle kavgaya tutuşmaya çalışan her ülkenin başına gelmesi bekleneceği gibi, yıllardır biriktirdiğimiz risklerin güncel fiyatlara tahvil edilmesi tehlikesiyle karşı karşıyayız. Dış mihrak denilen şey üç aşağı beş yukarı budur.

1 yorum:

Balıkpazarı dedi ki...

Yazıyı yazdıktan bir iki gün sonra üçüncü çeyrek büyümesi eksi olarak açıklandı. Bu sırada yeni GSYH hesaplama metotu da tanıtılmış oldu. Yeni metota göre son birkaç yılın büyüme oranlarında müthiş bir artış biçiminde revizyonlar var. (Bu şekilde 2015 geliri 2008'in altında kalmıyor mesela). Bu derece büyük etki gösteren bir revizyon şüphe uyandırıcı. Bu şüpheleri dile getiren bazı ekonomistler:
http://www.mahfiegilmez.com/2016/12/gsyh-hesaplamas-degisti-kisi-basna.html
http://sosyal.hurriyet.com.tr/yazar/ugur-gurses_526/istatistiklerde-soru-yaratan-guncelleme_40305988
http://www.karar.com/yazarlar/ibrahim-kahveci/revizyonist-buyume-modeli-2838