Alper H. Yağcı, 8 Aralık 2016
Mevcut
ekonomik durumla ilgili bazı hatırlatma ve düşünceler. Çok orjinal şeyler
yazmayacağım ama derleyip toparlayıcılık adına faydalı olabilir. Ekonomide
nerden geldik, nereye gidiyoruz gibi görünüyor?
•
Türkiye’nin tüm önemli ekonomik krizleri ödemeler dengesi problemlerini takip
etmiştir. Bugün de önemli bir ödemeler dengesi problemi yaşıyoruz.
•
Ödemeler dengesi, ülkeye giren ve çıkan dövizin birbirine denkliğine verdiğimiz
ad. Denge tanım gereği her zaman sağlanıyor, ancak mesele nasıl sağlandığı.
•
Ödemeler dengesinin gerçekleştiği iki ana kanal var: ‘cari hesap’ (yani gelir
akışı niteliğindeki dövizlerin bilançosu) ve ‘sermaye hesabı’ (yani stok
halinde el değiştiren dövizlerin bilançosu).
• ‘Cari
hesabımızda’ durum şu şekilde: Türkiye 1946’dan beri kronik olarak ticaret
açığı veriyor. Bu açığa yurtdışına kar ve faiz transferleri ekleniyor. Turizm
gelirleri ve yurtdışındaki Türk işçilerinin ve müteahhitlerinin vb
gönderdikleri de bunları karşılamayınca cari açık vermiş oluyoruz. Sürdürülebildiği ölçüde bu illa kötü bir şey değil çünkü bu, ihracat
kapasitemiz üzerinde bir tüketim ve yatırım yani ekonomik büyüme seviyesi
yakalamamız mümkün oluyor demek.
• Peki
bu nasıl mümkün oluyor? ‘Sermaye hesabımız’ fazla verdiği için oluyor. Bunu
yabancı yatırımlar çekerek, ve mevcut borç ödeme taksitlerini aşan yeni dış
borçlar bularak başarıyoruz.
• Fakat
yabancılar bize yatırım veya borç halinde yeni sermaye ihraç etmeyi
yavaşlattığında bir ödemeler dengesi problemi baş gösteriyor. Problem, Merkez
Bankası’nın (MB) döviz rezervlerini elden çıkararak ötelenebilir. Fakat Türkiye
gibi değerli kaynaklardan yoksun bir ülkenin MB rezervleri bu problemi tipik
olarak ancak birkaç ay öteleyebiliyor, şu an da durum farklı değil. Bu durumda
ya büyüme yavaşlamalı, ya Türk lirasının değeri düşmeli. Her iki durumda
dünyaya kıyasla Türk vatandaşlarının alım gücü ve iç tüketim azalıyor.
•
Buraya kadar yazdıklarım, dış sermayeye bağımlılığın, Türkiye ekonomisinin ne
zaman ve ne kadar büyüyebileceğini sınırlayan önemli bir parametre olduğunu
ifade ediyor. Bu bağımlılığı orta vadede azaltmak için yurtiçi tasarruflar
artırılmak zorunda. Tasarruflar arttıkça ihracat / ithalat oranı artar,
yatırımlar için ihtiyaç duyulan yabancı sermaye oranı azalır. Tasarrufu
artırmak ise kolay değil. Tasarruf edilen her bir lira, o an için tüketilmeyen
bir lira demek, oysa ki çekici olan hep tüketmek.
•
2002-2007 arasında Türkiye çekici olanı seçti. Gelirin tasarruftan ziyade
tüketime yöneldiği ve büyümenin tüketimden beslendiği bir modeli oturttu. Tüketim,
yabancı sermaye transferi ile finanse edildi.
•
Yabancı sermaye, hem istihdam yaratma ve teknoloji öğretme potansiyeli olan
doğrudan yatırımlar halinde geldi, hem borsada vb vurup kaçmaya bakan ‘sıcak
para’ halinde geldi, hem de borç halinde geldi. Özelleştirmeler ve mali
disiplin sayesinde devletin borçları görece temizlendi, ama özel sektörün döviz
borçları birikti.
•
Yabancı sermayeyi çekebilmek için Türk lirası kuvvetli tutuldu ki yabancılar
TL’ye yatırım yapmak için dövizlerini bize getirsin. Gerçekleştirilen reel
büyüme, TL’nin döviz karşısında değer kazanması ile birleşince milli gelirimiz
bir ara dolar bazında 3 kat artmış oldu. Dünyaya kıyasla alım gücümüz arttı.
Bu, ithalatı özendirdi.
• 2001
krizinin yoksullaştırıcı etkisinin ardından yapılan bu tercihler siyasi açıdan
anlaşılır, belki büyük oranda zorunlu tercihlerdi. Ancak bu dönemdeki sermaye
girişi iyi değerlendirilemedi. Makroekonomik tercihlerin üretimi baltalayan yan
etkilerini telafi edecek değil aksine pekiştirecek mikro politikalarda ısrar
edildi. Tasarrufları özendirici, üretkenliği artırıcı, kur politikalarının
ötesinde ihracatı kolaylaştırıcı yapısal reformlar yapılmadı.
• Nasıl
yapılmadığına dair birkaç örnek: Her tür inşaat her tür vasıtayla teşvik
edildi. Patlama yaşayan inşaata vergi bile uygulanmadı. Emlak vergilerinin
devlet gelirleri içindeki payı Güney Kore’dekinin yanında ufacık kaldı.
Sermaye, sanayiden ve tarımdan çıkıp zaten geçmişten beri bizim gelir
seviyemizdeki bir ülke için fazla şişkin olan hizmet (inşaat, turizm, perakende
vb) sektörüne kaydı. Güney Kore’de GSYİH'nin % 4’ünü aşan Ar-Ge harcaması bizde
% 1 civarına yapıştı. Her yıl tekrarlanan uluslararası PISA sınavlarında eğitim
kalitemizin bir arpa boyu ilerleyemediği ortaya çıktı, vb. Sonuç olarak ihracatın
ithalatı karşılama oranı düşerken ihracatımız içinde yüksek teknoloji
ürünlerinin oranı da düştü.
• Bu
sırada özellikle sağlık hizmetine ve konuta erişimde önemli kazanımlar elde
eden ve fiyat istikrarından faydalanan seçmen kitlesi, ekonomi yönetimine itiraz
etmedi. Yabancı sermaye geldiği ölçüde, modeli sürdürmek siyaseten çekici hale
geldi. Türkiye, Batı’yla ve genel olarak dış dünyayla iyi ilişkileri,
demokratikleşen görüntüsü ve mali disiplini ile sermaye piyasalarına güven
verdiği sürece dışarıdan sermaye çekmeyi sürdürdü.
• 2008
krizi, dış kaynaklı bir kriz olduğu için, sermaye akışı önce kesildi, krizden
sonra aynı parametreler çerçevesinde akmaya devam etti. Sonuç olarak krizden en
çok etkilenen ülkelerden biri olduk, ama krizden sonra da yüksek büyümeye önce
bir geri döner gibi olduk.
• Fakat
yaklaşık 2011 seçimlerinden itibaren işler içeriden ve dışarıdan değişmeye
başladı. Dışarıda, küresel merkezdeki ekonomik durgunluğun yükselen piyasalara
sıçrayarak atalet kazanması, bir de doların toparlanmaya başlaması var. Bu
zaten yabancı sermaye arzının daralması demek. İçeride de Haziran 2015
seçimlerinden beri artan ve Temmuz 2016 darbe girişimiyle bambaşka bir boyuta
sıçrayan siyasi sorunlar olduğundan, yabancı sermayenin Türkiye’ye,
Türkiye’deki varlıklara, Türk lirasına olan güveni ve talebi de daralıyor.
Sonuç olarak Türk lirası üzerinde devalüasyon (değer kaybı) baskısı oluyor.
•
Gelinen noktada Merkez Bankası (MB), enflasyon hedeflemesi kaygısıyla TL’yi
savunma refleksi gösteriyor, faizleri artırmak istiyor. Bu, uluslararası finans
çevrelerinin de beklentisi. Faiz artırımının yan etkisi, yatırımlarda azalma ve
ekonomik büyümenin aşağıya inişi olur (yılın üçüncü çeyreğinde eksiye dönmüş
bile olabiliriz, henüz veri açıklanmadığı için bilmiyoruz).
• Özellikle
Mart 2017’de beklenen başkanlık referandumuna kadar, seçilmiş siyasi iktidarın
ekonomide durgunluğa pek tahammülü olamaz. Fakat MB’yi doğrudan manipülasyon
görüntüsü, tam da ekonomik sorunların kaynağındaki siyasi keyfilik algısını
pekiştireceği için siyasi iktidar, ‘MB sana söylüyorum, uluslararası finans sen
anla’ diye özetleyebileceğimiz bir güven oyunu oynuyor. Bir yandan MB’nin
faizleri az da olsa artırmasına müsaade ediyor, bir yandan buna yüksek sesle
kızıyor, ama faiz artırımının önüne geçecek kadar da karışmıyor (istense kapalı
kapılar ardında geçilir). Böylece ‘hükümete rağmen’ az da olsa faiz artırabilen
merkez bankasının bağımsızlığı gösterilerek TL’ye güven ayakta tutulmaya
çalışılıyor.
•
Bununla birlikte siyasi önceliklerden ötürü bu oyunun bir sınırı var, kuvvetli
faiz artırımı olası değil. Devalüasyona bir nebze daha mecbur müsaade
edileceğini düşünüyorum. Bu sırada ya özellikle ücretlilerin alım gücünü
düşürecek bazı politikaları hayata geçirmek ya da enflasyonun yukarı yönlü hareketine
göz yummak gerekecek. Ben yine siyasi konjonktürden ötürü ikincisinin birkaç ay
tercih edileceğini düşünüyorum. Bu sırada dolar borcu yüksek firmaların canı
çok yanacak.
•
Görüldüğü gibi kronik cari açık veren bir ülkeye sermaye akışları yavaşlayıp bir
ödemeler dengesi sorunu baş gösterince verilebilecek her tepkinin bir bedeli
var. Bu bedelleri asgariye indirmek için en azından başkanlık referandumuna
kadarki süreçte ayrıca neler denenebilir?
•
Merkez Bankası rezervleri bir nebze eritilir. Eylül’den beri bu yapılıyor
zaten.
•
Batı’dan gelecek kredi kanalları herhalde tamamen kapanmadıysa da kısılmıştır.
Şu konjonktürde Rusya’dan ve belki Katar’dan vb kredi aranabilir. Gerçi bu
yalnızca Suriye değil doğalgaz projeleri vb konusunda da Rusya’nın önemli tavizler
koparması anlamına gelecektir.
•
Ödemeler dengesini ‘net hata ve noksan’ kaleminden destekleyen kaynağı belirsiz
sermaye girişleri özendirilir. Bu ülkeye giren altın ve dövize ‘nereden buldun’
diye sormayarak, vergilendirmeye çalışmayarak yapılır. Darbe girişiminin hemen
ardından çıkarılan Varlık Barışı kanunu ile zaten bunun yasal zemini hazır.
(2008 krizinde gelen kaynağı belirsiz 15 milyar dolar o zaman için büyük fark
yaratmıştı).
• Hane
halklarının hatta yerli firmaların ve bankaların dolar ‘bozdurması’ yönündeki
telkinlerin gerisinde ise böyle bir hareketle dolar arzında hakiki bir artış
yakalama beklentisinden ziyade kararlılık ve güven algısını özellikle içeride
yaratma isteği olsa gerek.
•
Toparlamak gerekirse, dış sermayeye bağımlılık, Türkiye ekonomisinin ne zaman
ve ne kadar büyüyebileceğini sınırlayan önemli bir parametre. Bu bağımlılığı
azaltmak için yurtiçi tasarruflar artırılmak zorundaydı. Fakat tasarruf zor,
tüketim çekici. Biz tüketerek büyüdük. Sanayi ve tarımla değil hizmetle
büyüdük, bu büyümeyi iç tasarruflarla değil dış sermaye girişi ile finanse
ettik. Bu gerçek bir büyümeydi ve önemli dönüşümler yarattı ama kur
farklarından ötürü reel büyüklüğünden de fazla göründü. Kur değişince görüntü
değişti. Hani bir noktada 3’e katlanmış görünen dolar bazında milli gelir, 2015
sonu itibariyle 2008’deki seviyesinin gerisine düştü. Üstelik büyümeyi finanse
etmiş olan yabancı sermaye şimdi çıkmak istiyor. Cari açık verirken dünyayla ve
kendisiyle kavgaya tutuşmaya çalışan her ülkenin başına gelmesi bekleneceği
gibi, yıllardır biriktirdiğimiz risklerin güncel fiyatlara tahvil edilmesi
tehlikesiyle karşı karşıyayız. Dış mihrak denilen şey üç aşağı beş yukarı
budur.
1 yorum:
Yazıyı yazdıktan bir iki gün sonra üçüncü çeyrek büyümesi eksi olarak açıklandı. Bu sırada yeni GSYH hesaplama metotu da tanıtılmış oldu. Yeni metota göre son birkaç yılın büyüme oranlarında müthiş bir artış biçiminde revizyonlar var. (Bu şekilde 2015 geliri 2008'in altında kalmıyor mesela). Bu derece büyük etki gösteren bir revizyon şüphe uyandırıcı. Bu şüpheleri dile getiren bazı ekonomistler:
http://www.mahfiegilmez.com/2016/12/gsyh-hesaplamas-degisti-kisi-basna.html
http://sosyal.hurriyet.com.tr/yazar/ugur-gurses_526/istatistiklerde-soru-yaratan-guncelleme_40305988
http://www.karar.com/yazarlar/ibrahim-kahveci/revizyonist-buyume-modeli-2838
Yorum Gönder