17 Ocak 2010 Pazar

Fenerliler ve Türk Dili


“Mülûk-i nasara taraflarından gelen müraselatı tercemeye liyakat ve atabe-i şahaneme cebin-fersa olan elçilerin kelâm u meramlarını tefhime istidad u kudret nâsıye-i hallerinde nümayan olanlar” arasından seçilen divan-ı hümayun tercümanlarının (dragoman), 17. yüzyıldan itibaren, Fenerliler adıyla bilinen (Phanariots) Fener’in aristokrat ailelerinin üyeleri arasından çıktığını biliyoruz.


Toplumsal Tarih dergisi Ocak sayısında bir çevirim yayınlandı.Başlıktaki onun adı.Ayı yarıladık gerçi ama dergiyi -olur a- almak isteyen olabilir yine de, haber vereyim dedim kıymetli karilerimize.Bu yazının da içinde yer aldığı Fenerliler dosyası özellikle ilgi çekici bir dosya.
Bu yazının "fazlası için" bloga tıklamaktan fazlasını yapmanız gerekiyor yani.

16 Ocak 2010 Cumartesi

İtiraf: Ankara'nın Durumu Benim Suçum


1996 yılında ailenin arkadaşları sayesinde ben de onların peşine takılıp Paris'e gittim. Henüz 13 yaşındaydım ve bu benim ilk yurtdışı gezimdi. Fransızca'yı yeni yeni öğrenen ve Avrupa'nın göbeğine ilk kez ayak basan biri olarak bu gezi ve Paris'in ihtişamı gözlerimi kamaştırmıştı. Dönüşte İstanbul'daki hava muhalefeti nedeniyle uçağımız Ankara'ya inmek durumunda kaldı. Geceyi Ankara'da bir otelde geçirdikten sonra ertesi sabah İstanbul uçağına binmek üzere havaalanının yolunu tuttuk. Bu Ankara'ya ilk gidişimdi. Daha önce de gittiğim rivayet ediliyor, ama ben hatırlayamayacak kadar küçük olduğum için ben bunu bilinçli halimin ilk Ankara yolculuğu addediyorum. Sabah havaalanına giderken gördüğüm manzara beni dehşete düşürdü. Şehrin kuzeyinde havaalanı yolu üzerinde silme gecekondu dağları, tepeleri arasından geçiliyordu. Yamaçların dik olduğu yerlerde bile pıtrak gibi gecekondular vardı ve sanki bir anda aşağı yuvarlanacakmış gibi duruyorlardı. Bu rengarenk gecekondular arasından geçerken büyük bir hayal kırıklığı yaşadığımı hatırlıyorum. Ben ki daha bir gün önce Paris'te mimari harikalar arasında dolaşıyordum... Bunun verdiği gazla çok utanmıştım kendi ülkemin başkentinden.


Aradan uzun yıllar geçti, Ankara'nın mimari dönüşüm haberlerini, Altındağ gecekondularının (Kuzey Ankara Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamındaki) yıkım haberlerini almaya başladık. Sanırım bunları duyduğumda büyük bir rahatlama yaşamıştım. Daha sonra Ankara'ya tekrar tekrar gittim ama ya havayoluyla gitmediğim ya da sağıma soluma bakmayacak kadar meşgul olduğumdan uzun bir süre eskiden gecekondular arasından şehre indiğimiz kuzey Ankara'nın durumundan bihaber kaldım. Geçtiğimiz cuma sabahı Ankara'ya gitmem gerekti. Uçaktan inince HAVAŞ servisinde kendime cam kenarı bir yer buldum ve yola çıktım. Bu sefer gördüğüm manzara beni 13 yaşındakinden çok daha fazla etkiledi.

Eskiden sağında solunda gecekonduların olduğu yol şimdi bir mezarlığı andırıyordu. Yıkılan gecekondulardan arta kalanlar götürülmüştü. Ama geriye rengarenk gecekondu duvarlarının bazı bölümleri, fayanslar, evlerin sınırlarını belli eden alçak duvar kalıntıları, duvar olarak kullanılan taşlar, temellerden parçalar kalmıştı. Etrafı saran yeşilliğin arasından görünen bu mimari kalıntılar geçmişe tanıklık ediyorlar ve geçenlere eskiden capcanlı olan bir yerleşimin mezarından geçtiklerini hatırlatıyorlardı. Özellikle benim gibi daha önceki halini görmüş ama yine benim gibi bundan pek hoşlanmamış insanlara bakın beğendiniz mi yaptığınızı diyorlardı sanki. Gerçi aradan çok zaman geçti benim de modern mimari ve modern şehirlere bakışım değişti. Düzen, tektiplik, soğuk renkler artık eskiden olduğu kadar çekici durmuyor. Ben kendi kendime günah çıkarır ve bir zaman için için yok olmasını istediğim gecekonduların mezarlığına bakıp kendimden utanadururken mezarlık imajını güçlendiren bir diğer öğe gözüme ilişti. Gecekonduların arasına serpişmiş olan camilerin minareleri halen ayaktaydı. Her yer boşaltışmış, dağ tepe, bomboş, henüz bir ev bile inşa edilmemiş. Üstüne üstlük minarelerin bağlı olduğu camiler bile yıkılmış ama minareler dimdik ayakta. Gerçekten yol boyunca sağda solda kendi kendine takılan atıl minareler görüyorsunuz. Ben minarelerin varlık nedenini anlayamadım, yanımdaki iş arkadaşıma sordum. Günah olduğu için minareleri yıkmamışlar dedi. Camiyi yıkan ama minareyi tutan akla bir süre şaştıktan sonra bu konuyu araştırmaya karar verdim. Sanki büyük boy mezar başlarıymışcasına sağa sola serpili duran minareler insanın canını daha da sıkıyordu.

Bu bölgeye TOKİ'nin site kuracağını duyunca artık düşüp bayılacaktım. Kendimden tiksindim. TOKİ'nn bir gettoyu ya da sosyalist realist mimariyi andıran (ama tabiki daha çok kötü bir kopyasına benzeyen) tekdüze binalarıyla göz zevkine hakaret eden sitelerinden birine veya birkaçını buralara konduracağı fikri midemi kaldırdı. Hepsi benim yüzümden olmuştu. Ben 13 yaşındayken yok olmalarını dilediğim için rengarenk gecekondular gitmişti ve bu isteğim için cezalandırılıyordum. Sırf ben de değil, tüm Ankara ve Ankara'ya gelenler. Allah beni cezalandırmış ve gecekondular yerine bana TOKİ'yi vermişti. “Al bakalım şimdi havaalanından şehir merkezine inerken rengarenk, tek katlı, bahçeli, topografiye uygun inşa edilmiş evler yerine, TOKİ'nin genelde olabilecek en çirkin renklere boyadığı, birbiriyle tıpatıp aynı çirkinlikteki yüksek binalarından oluşan siteler arasından ilerle bakalım bu sana daha mı güzel gelecek” demişti. Daha birkaç ay önce benzer bir manzarayı Gaziantep'te havaalanından şehre giderken gördüğüm için TOKİ felaketinden bahsederken neye referans verdiğimin farkındayım.

Çok pişmanım ama nafile. Bu arada yaptım araştırmamı ve gördüm ki minareleri kafaya takan bir tek ben değilmişim. Cumhuriyet gazetesi gitmiş konuyu uygulamayı yöneten Toplukonut-Büyükşehir Belediye İnşaat, Emlak, Mimarlık ve Proje AŞ'nin Genel Müdürü Ferhat Ertürk'le konuşmuş. Arkitera Cumhuriyet'te yer alan röportajı alıntılamış ben de onlarda okudum ve anladım ki sormuşlar Ertürk'e neden kaçak yapıları ve camileri yıkarken minarelere dokunmadınız, günah diye mi demişler. O da, olur mu o zaman camileri neden yıkalım ... biz bir “bilen”le çalışıyoruz demiş. Herhalde o “bilen” şöyle dedi; yıkmayalım bu sanat harikası minareleri olmadı bunlara uygun cami yaparız ilerde. Hatta TOKİ de planlarını bu minarelerin olduğu yerlere cami gelecek şekilde yapar biz de fazladan minare inşaatı parası vermekten kurtuluruz. Hem bu minareler kaçak ama süper malzeme kullanılarak inanılmaz bir mimari dehayla yapılmışlar, ha Sultanahmet Camisi ha bu minareler, valla yıktırmam. Eh, şimdi ben koca “bilen”den fazla bildiğimi iddia edemem, üstelik ben mimar bile değilim. Neyseki bir “bilen” sayesinde Ankara'ya havayoluyla gelen yabancı temsilciler gecekonduları değil, bu saçma manzarayı görmenin ayrıcalığını yaşayacaklar. Bir de TOKİ konutları tamamlandımıydı, deymeyin keyiflerine.

Bu yazı ile Ankara'ya tüm gidenlerden (projenin açıklamasında sık sık geçen “yabancı devlet konukları” da dahildir buna) ve Ankaralılar'dan özür dilerim, çocukluk ettim beni affedin. Bilemedim...

12 Ocak 2010 Salı

Türkiye'nin Yeni İhraç Malı: Saçmalık

Efendim malumunuz son zamanlarda İsrail devletiyle aramızda bir hayli tansiyonu yüksek ilişkiler yaşanmakta.Sevgili Başbakanımız bir laf ediyor, onlarınki cevap yetiştiriyor, "daha da Davos'a gelmem", "Davos'un da havası kaçtı artık" tarzı cümleler duymamızı da sağlıyor bu gerilim esasen.

(Ki konuyla alakalı bir yazımız da blogumuzda mevcut.Biraz karıştırınca karşınıza çıkacaktır "kesilen racon" yazısı.)

Daha dumanı üstünde tüten bir de olay yaşandı.İsrail Dışişleri Bakanı Müsteşarı bizim büyükelçimizi çağırmış, tanışma toplantısı olacağı belirtilmiş özellikle bu toplantının.Hatta büyükelçiliğin "Kurtlar Vadisi ile ilgili görüşülecek mi?" şeklindeki hususi sorusuna bile "Hayır normal bir tanışma toplantısı olacak" demiş İsrailli yetkililer.Neticede olayın tam bir mizansen olsuğu ortaya çıkıyor.Müsteşar -haber verildiği için toplanmış oldukları aşikar olan- gazetecilere İbranice "Görüyorsunuz daha aşağıda bir yerde oturttuk Türk elçisini" dedikten sonra "Aman evladım tokalaşırken çekmeyin daha da bir ezilsin adam" diye de uyarmayı ihmal etmemiş kameramanları.Nitekim tokalaşma görüntüleri ortada yok dikkat ederseniz-halbuki tokalaşmışlar esasında büyükelçimizin az evvel Canlı Gaste'de ifade ettiği kadarıyla.Sonradan İsrail'de olay faş oluyor, buralara kadar geliyor...

Olan biteni ben tamamen bir şark kurnazlığı örneği olarak algıladım açıkçası.Eskilerin tabiriyle "çarıklı erkan-ı harb" denen tarzda insanlar böyle çakallıklara başvurur çıkar için.Hani olmadık işleri bile yapıverirler gerekirse.Bu İsrailli zevatın yaptığı da tam bu bence.Üstüne üstlük komik ve, asıl önemlisi, saçma bir tutum.

Koltuğun aşağı olması, tokalaşma görüntüsü verilmemesi, koltuğun markası vesaireler üzerinden bir diğer devlete "ayar verme".İzlerken haberleri dedim ki kendi kendime "ulan iyi ki bunu yapan bizim çakallar olmadı da biz bu olayda mağdur tarafız".Hani bu saçmalığı ve de hatta rezilliği Türk diplomatlar-bürokratlar yapsaydı, ki yapıldığına şahit olmuşuzdur önceden, yerin dibine geçerdim herhalde dedim.Veya o derece değil ama "işte" derdim "işte Türk saçmalığını gene dosta düşmana göstermiş olduk."

Bu haberin üzerine bir de geçen haftalarda Bulgaristan'dan bir bakanın, Devlet Bakanı Bojidar Dimitrov, Osmanlı devrinde Bulgaristan'a kaçmak zorunda alan Bulgarlar için tazminat talep edeceklerini ve Türkiye bunu kabul etmezse AB'ye girmesine takoz koyacaklarını belirtmesini ekleyin...Gerçi bakan bunu dedi ama ardından Bulgaristan Dışişleri "bakanın kendi görüşüdür, bizi bağlamaz" diye bir açıklama da yaptı.Bunun üzerine bakanın kendisi de özür diledi hatta. Ama sayın bakanı kesmemiş olacak ki bu açıklamalar, son gelen duyumlara göre şimdi de 10 dakikalık Türkçe haberlere takmış bir haldeymiş.

Bu iki haber bana şunu düşündürttü: Türkiye artık ihracat ürünleri arasına saçmalık'ı da ekledi.Zira bu iki olay da saçmalık denen şeyi nasıl ve neresinden tanımlarsanız tanımlayın cuk diye oturacak o tanıma.
Bir tarafta anaokulu tarzı bir "ben ondan yukarıda oturuyorum onu eziyorum hahaha" diplomasi, diğerinde bundan 100 sene önce gerçekleşen bir süreçten sanki tek taraflıymışçasına bahseden, üstüne üstlük bu sayede Türkiye'den 20 milyar avro tanzimat kopartmak isteyen ve bunu da açık açık beyan eden bir bakan, evet bir devlet bakanı...
Bu hızda devam edersek, Türk işi saçmalık daha başka komşulara da yayılabilir gibime geliyor.