Hepimizin anlatacak hikayesi var… peki ya dinleyecek ve yorumlayacak kimsesi? İşte bu yazıya konu olan problem, tek cümlede bu şekilde özetlenebilir... Bu makalede hikaye anlatımının yapıcı ve düzeni olumlayıcı olduğu kadar düzeni yıkıcı ve ideolojilere yaklaşımında yapıbozumcu yanlarına dikkat çekmeyi amaçlıyorum. Bu yönüyle makale, kimi zaman karamsar sayılabilecek analizlere yer veriyor, fakat asıl amacım, bu karamsarlığın içerisinde insanların sahip olduğu başlıca silahlar olan (dile dayalı) iletişim ve hayalgücü üzerinden kaçış yollarının hala mümkün olduğunu gösterebilmek. Sorunsallaştırdığım temel öge yalnızlık veya yabancılaşma ise eğer, ki bunu varoluşsal bir yalnızlık ve insanın kendine yabancılaşması olarak ele alabiliriz, bizi bu post-modern addedilen çağda yalnızlaştıran, benliğimizden uzaklaştıran, yaratıcılığımızı kısıtlayan ve iletişim kanallarımızı tıkayan kir ve pası hep birlikte çözümlemek eğilimindeyim. Hep birlikte, çünkü temel edindiğim egzersizin, tek sesli ve monoton bir şekilde değil de, diyalojik, yani farklı ses ve yorumlara kulak kabartarak ve bu ses ve yorumları mümkünse sizlere anlatır gibi yazıya aktararak biraz olsun başarıya ulaşabileceği inancı ile yola çıkıyorum. Bu yazıyı teorik bir tabana oturtmak istersek eğer, bir nevi Mikhail Bakhtin’in yolundan amatörce gidiyorum diyelim.
Biz kimiz? “Homo who?”