Gelecek sene genel seçimler yapılacak, malumunuz. Ben, bu seçimlerin yakın tarihimizdeki en önemli seçimler olabilme potansiyeli taşıdığını düşünüyorum. Üstelik seçimlere kadar geçecek zamanın da yine çok ama çok önemli bir zaman dilimi olabilecek potansiyelde olduğunu düşünüyorum. Bu yazıda bu iki noktayı açıklamaya çalışacağım.
Deniz Baykal’ın CHP liderliğinden ayrılması ile neticelenen bir süreç yaşandı, videolar üzerinden ilerleyen. Bunun üzerine, o zamanki genel sekreter Önder Sav elinin altındaki adamlardan en ideali olarak gördüğü Kılıçdaroğlu’nu, delegeler üzerindeki kişisel gücüne binaen genel başkan olarak seçtirdi. O noktada Kılıçdaroğlu’nun seçilmesini başka türlü açıklamak bana çok zorlama olur gibi geliyor.
Ben ve benim gibi düşünen birçok kişi bu değişimi olumlu olarak görse de, Kılıçdaroğlu’nun “yerleşik CHP” sınırlarından çıkamayacağını ve bu nedenle bu değişimi sadece parti içi bir güç hesaplaşmasının sonucu olarak okumayı tercih etti. Neticede bunca sene Baykal’ın kapıkulu olan ve bu sayede partide bir yerlere gelebilmiş olan birçok figürden birisiydi Kılıçdaroğlu ve tam da bundan ötürü kendisinden farklı bir tavır takınmasını beklemek manasızlık olurdu.
Beni bu fikrimi değiştirmeye iten birkaç etken oldu. Evren ve Aytuğ ile yaptığımız sohbetler, özellikle Evren’in partide olanı biteni daha yakından bilmesi hasebiyle yaptığı yorumlar ve tahliller sayesinde Kılıçdaroğlu’nun aslında gerçekten daha kapsamlı bir değişimin tetikleyicisi olabileceğini düşünmeye başladım. Kılıçdaroğlu’na esasen daha fazla kredi açmamı sağlayan asıl olay ise geçenlerde cereyan eden Önder Sav vs. Kılıçdaroğlu çatışması oldu. Bu çatışmadan galip çıkmasını beklemediğim Kılıçdaroğlu, Sav gibi yılların kurdu bir politikacıyı mağlup edip, partinin liderliği pozisyonuna yerleşmeyi başardı. Üstelik bunu yaparken, parti yönetimine de el atıp partiyi eski kadrolarından koparmaya yönelik bir ilk adım attı.
Bütün bunlar bende şu izlenimi yaratmaya yetti: elinde imkan ve güç olursa, olduğu sürece, Kılıçdaroğlu partiyi daha sosyal demokrat bir çizgiye kavuşturabilir ve gerçek anlamıyla bir iktidar alternatifi yaratabilir.
Bu bayramda bu fikrimi pekiştiren başka olaylar da oldu: eski bayramlarda bayramlaşmayan iki parti CHP ve BDP bu sefer bayramlaştı. Kılıçdaroğlu, bayramda Diyarbakır’a ve Şanlıurfa’ya gidip oradaki insanlarla bayramlaştı. Yine aynı dönemde, Paris’teki Sosyalist Enternasyonal toplantısı için orada bulunan Irak Cumhurbaşkanı Talabani ile yüz yüze görüştü ve onun “Irak’a gelin” davetini kabul etti –en azından reddettiğine dair bilgim yok. Zikretmeye gerek yok, Baykal döneminde bunların olabilmesi bile akla gelmeyen şeylerdi. Yine Paris’te Ahmet Kaya ve Yılmaz Güney’in mezarlarını ziyaret etmesi de en az bunlar kadar önemli bir diğer hadise.
Elbette bunlar bir partinin külliyen değişmesinin kanıtları olacak derecede önemli olmayabilir. Ne var ki ben bunların simgesel olarak çok önemli olduğunu ve sağlam mesajlar ilettiğini düşünüyorum seçmenlere.
Bu noktada, seçimlere kadar olan sürenin neden çok önemli olduğunu anlatmaya çalışayım.
Kılıçdaroğlu bu süre zarfında, kendi seçmen kitlesini de yeniden sosyal demokrat bir alana çekmeyi başarırsa, seçimlerdeki başarısı ne olursa olsun çok ama çok önemli bir sosyal kazanım sağlamış olacak. Şu anda, ben bu seçmen kitlesinin Kılıçdaroğlu’nun yapmaya çalıştığı yenilikleri kabul etmeye ne derece hazır olduğundan şüpheliyim. Bir diğer deyişle, seçmenin liderin gerisinde kaldığını düşünüyorum. Burada kastettiğim seçmen kitlesi, türban denince tüyleri diken diken olan, Atatürk’ten gayrı insan tanımayan, gayr-ı Türk tüm unsurlardan nefret eden bir kitle. Yukarıda bahsettiğim sohbetlerimizde, Evren ve Aytuğ ile bu kitlenin önemi noktasında ayrıldığımızı gördüm. Onlar bu kitlenin sayıca kalabalık olmadığını söyleyerek, Kılıçdaroğlu’nun yeni siyaset söylemini gerekirse onların oyunu kaybetme pahasına gerçekleştirmesi gerektiğini belirttiler. Bense bu seçmen kitlesinin onların iddia ettiklerinden sayıca daha fazla olduğunu düşünüyorum. Yani, CHP lideri yeni siyaset anlayışını ve dilini kendi seçmenine rağmen hayata getirmeye uğraşırsa bu ciddi anlamda bir oy kaybını da beraberinde getirecektir gibime geliyor.
Bahsettiğim seçmen görüşüne örnek olarak, Deniz Baykal’ın bu hafta yaptığı ve “etnik siyaset yapılmamalıdır” mealindeki konuşması verilebilir. Baykal’ın asıl hedefinin Kılıçdaroğlu ve yeni siyaseti olduğu çok açık. Yine aynı cenahın önemli gazetelerinden Milliyet’in önemli köşecisi Melih Aşık 20 Kasım 2010 tarihli köşesinde hayali bir diyaloga yer verip, CHP’nin yeni siyasetini eleştirdi.
- Yahu bu CHP ne yapmak istiyor Allahaşkına?
- İkinci Cumhuriyetçilik oynuyor
- Yani...
- Kendini son sürat İkinci Cumhuriyetçilere ve AB’ye beğendirmeye çalışıyor. Türban, laiklik, Kürt meselesi gibi konularda liberallere yoktur sizden farkımız mesajları vermeye çalışıyor. Ulusal konularda duyarlı politikayı terk ediyor.
Aşık’ın bu noktada tek başına olduğunu sanmıyorum açıkçası. Onun gibi düşünen ciddi sayıda CHP seçmeni olmalı. Aşık eleştirisinden sonraysa, önerilerini dile getiriyor.
-Oysa ne yapmalıydı CHP?
- Tarım çökmüş, hayvancılık ölmüş, işsizlik milletin belini bükmüş, sıcak paraya dayalı ekonomi pörsümüş, sınav sistemleri çürümüş, gençler umutsuzluğa sürüklenmiş, gelir adaletsizliği zirvede, iç ve dış sömürü dorukta, insanlar piyasanın insafına terk edilmiş... Bu konuları sorgulamalı, çözüm üretmeye çalışmalıydı. Bir sosyal demokrat partiden beklenen buydu.
Yani “kimlik gibi terör gibi Kürt meselesi gibi sorunlarda aynı eskisi gibi olsun. Muhafazakâr bir siyaset gütsün. Muhalefeti sadece ekonomi üzerinden yapsın.”
Kılıçdaroğlu’nu bekleyen asıl sınav bence seçime kadar olan sürede yapabilecekleri. Bu eleştirilere göğüs gerip, partisinin mevcut Kürt politikasında neden ısrar etmemesi ve Türk kimliği konusunda neden daha demokrat bir tavır takınması gerektiğini seçmenine anlatır ve onu ikna edebilirse;
1-hem seçimde daha sağlam bir kitleye hitap etmiş olur, bu sayede belki güneydoğu ve doğu illerinden de oy alabilir -bu bölgelerde partinin oysal olarak var olmadığını hatırlayalım
2-hem de memleketteki sosyal demokrat kitle partisi eksikliğini doldurabilir –bu sayede de ben ve benim gibi düşünen insanlardan “kerhen” olmadan oy alabilir.
Bu süreçte CHP seçmeni gerçekten dönüşürse, bu Türkiye’nin büyük sorunlarını çözmede en geniş anlamda “siyasetin” elini rahatlatacak bir durum yaratır. Şu anda, etraftaki insanlardan edindiğim izlenim özellikle CHP seçmeninde Kürt meselesi ve demokratikleşme meselesinde ciddi rahatsızlıklar olabileceği. Önder Sav’ın parti içi çatışmanın en fazla olduğu günlerde “Atatürk’ün CHP’sine” yaptığı göndermeler tam da bu yukarıda bahsettiğim eleştirilerin bir örneğiydi. Seçimlere kadar olan zamanı çok iyi değerlendirip, kendi seçmenini dönüştürüp kendi seçmeni olmayan insanlardan da oy toplamayı başarırsa Kılıçdaroğlu Türkiye siyasal tarihinde 2010'ların en çok konuşulan figürü olabilir gibime geliyor.
Bu konuda yazacaklarım tam bitmedi. Yakın zamanda bir başka yazıyla gene kıymetli karilerimizin huzurunda olacağım umuyorum.
1 yorum:
Gerçekten son günlerin hareketli politika sahnesini güzel özetlemiş ve yorumlamışsın, kalemine sağlık... ve evet umuyorum ki CHP + Kılıçdaroğlu, kendi seçmenini dönüştürmeyi başarabilir. Türkiye'de sol'un acilen yeniden yapılanması lazım ve Kılıçdaroğlu bu dönüşümün figürlerinden biri olmaya aday gibi görünüyor...
Yorum Gönder