6 Nisan 2012 Cuma

Halk Kütüphanesinde Bir Amerikalı - Kısm-ı Sani


Geçen hafta başlayan röportajın devamını buradan okuyabilirsiniz. Hafta içine yetişmemesinden dolayı da okurlarımızdan özür dileriz.

28 Mart 2012 Çarşamba

Halk Kütüphanesinde Bir Amerikalı - Kısm-ı Evvel

Yüksek lisans tezimi yazarken mahallemizde bulunan eski bir halk kütüphanesine devam etmeye başladım. Hem sessiz sakin bir mekandı haliyle, neticede bir kütüphane, hem kablosuz internet bağlantısı sağlıyordu. Hem de geniş bir mekanda hizmet veriyordu okurlarına. Kütüphaneyle tanışmam bu şekilde oldu, Caddebostan Muhtar Özkaya Halk Kütüphanesi. Kütüphanenin eski halini biliyordum aslında. Daha ilkokula giderken arada sırada da olsa yararlandığım bir mekandı, malumunuz ne internet var ne başka bir kaynak. Kitap yegane bilgi kaynağı o zamanlar. Özel TV kanalları bile daha çok taze bir "icat" memlekette. O zamanki halini hatırlıyorum: izbe, her tarafı toz içinde bir mekan. Kitapların bir düzeni yok, altalta üstüste... Yeni hali ise bambaşka. Yazının sonunda kütüphaneye dair bilgiler de yer alacak. 

Askerden geldikten sonra da bu kütüphanede çalışmaya devam ettim, başkaca akademik işler için. Günlerden bir gün bir masada kallavi bir Osmanlıca sözlük ve pek de kolay olmayan Osmanlıca bir metin gördüm. Alışık olmadığım bir durum olduğu için, sahibiyle tanışmak istedim ve gördüm ki sahibi Amerikalı bir Osmanlıca sevdalısı. Hikayesini aşağıda okuyacaksınız zaten o nedenle daha fazla ayrıntıya girmiyorum. Sonrasında kütüphanede rastlaştık, haftada bir iki kere kahve sohbetleri yaptık kendi kendimize. Elbette, gene aşağıda göreceğiniz kitap ve içeriğinden de bahsettik ve sonra aklıma geldi böyle bir yazı hazırlamak. 

21 Mart 2012 Çarşamba

Türkiye’de sol siyaset imkanı ve imkansızlığı




Türk siyasetinin geçmişine dair bildiklerimiz ve geleceğine dair öngörebildiklerimiz ışığında, sol siyaset nereye gitmekte? Solun parti düzeyinde kurumsallaşması, kitlelerce benimsenmesi, anlamlı politikalar üretip siyasete yürütme makamından katılması mümkün görünüyor mu? Ben burada görece olumsuz bir yanıt veriyorum, ve bunun yakın dönemdeki başlıca nedeni olarak da Kürt sorununa odaklanıyorum.
  1. Türk(iye) solu Kürtlerden uzak durduğu ölçüde yoksullardan uzak duruyor. Çünkü yoksulluk, başka hiçbir toplumsal kümenin (coğrafi, mezhepsel, mesleki) olmadığı kadar Kürtlerin yakasına yapışmış bir lanet... Açıktır ki yoksullara hitap edemeyen bir sol siyasetin toplumsal tabanı oldukça güdük kalacaktır.
  2. Buna paralel biçimde, Kürtler Türk solundan uzaklaşıp siyasi umutlarını etnik-milliyetçi bir silahlı harekete bağladıkları ölçüde Kürtlükleri yoksulluklarının önüne geçiyor, gerek kendilerinin gerek dışarıdan bakanların algılarında onların kimliğini belirleyen başlıca unsur oluyor. Bu algı, etnik ayrımları önemsiz kılabilecek sınıf içi veya sınıflar arası koalisyon imkanlarından Kürtleri dışlıyor.
  3. Aynı zamanda, Kürtler Türk(iye) solundan uzaklaşıp siyasi umutlarını etnik-milliyetçi bir silahlı harekete bağladıkları ölçüde; Kürt meselesini bir asayiş sorununa tercüme etmek  milliyetçi-muhafazakar seçkinler için daha kolay ve kamuoyu karşısında savunulabilir bir politika haline geliyor. Bu asayiş sorunu ile baş etmek için iç güvenlik odaklı bir asayiş aygıtını her daim tetikte ve operasyonel tutmak icab ediyor.
  4. Sonuç olarak, asayiş aygıtının serbest ve etkin biçimde hareket edebilmesi için oluşturulan siyasal-yasal ortamda her türlü toplumsal muhalefet hareketini Kürt meselesinin yarattığı asayiş sorunu ile ilişkilendirerek gayrımeşru ilan etmek ve zor kullanarak susturmak milliyetçi-muhafazakar seçkinler için mümkün oluyor. Genel kamuoyu, yapılan işten rahatsızlık duymak bir yana, alkışlıyor. Böyle bir ortamda anaakım sol, asayiş aygıtının bu saldırılarını üzerine alınıp tepki gösteremiyor. Bu tepkisizlik, solu Kürtlere uzak kılıyor, genel toplumsal muhalefet imkanlarına yapılan baskı neticesinde de sol siyasetin örgütlenme yeteneği ayrıca bir darbe yemiş oluyor.
  5. Tüm bu dinamikler birbirlerini pekiştirerek, uluslararası gelişmelerden kaynaklanabilecek veya yukarıda sayılan toplumsal/siyasi aktörlerden birinin ani bir strateji değişikliğine gitmesi ile tetiklenebilecek büyük ölçekli bir değişiklik olmadan çözülemeyen bir nedensellik yumağı oluşturuyor. Her bir dinamik bir diğerinin devam nedeni oluyor.

19 Mart 2012 Pazartesi

Tarihçi Cemal Kafadar ile Söyleşi

Başlık biraz aldatıcı aslında zira söyleşiyi yapan biz değiliz. Boğaziçi Üniversitesi Atatürk İnkılapları Enstitüsü'nde doktora yapan Ayşe Yazıcıoğlu'nun Toplumsal Tarih için gerçekleştirdiği bir söyleşi. "Tarihçinin Odası" adı altında tarihçiye, kelimenin gerçek manasıyla, odasına dair sorular da sormak kaydıyla gerçekleşecek bu söyleşiler. Blogda Cemal Hoca'nın bir kitabına dair de reklamsal bir yazı yazmıştım. İlgilisi için bakınız ve tıklayınız: http://fikirmahsulleriofisi.blogspot.com/2010/12/kim-var-imis-biz-burada-yog-iken.html

24 Ocak 2012 Salı

"Kesintili eğitim": Milli Eğitim Şurası'ndan kanun teklifine

Zorunlu eğitimin kesintili hale getirilmesi için Milli Eğitim Şurası kararlarının temel alındığı belirtiliyor. Ancak Şura, eğitim sistemimizde tarihsel öneme sahip ve eğitim yönetişiminde katılımcılığın sağlanması için önemli bir kurumsal düzenleme olsa da, bu türden ciddi kararların alınması için doğru çalışma yöntemlerine sahip değil. Ayrıca 18. Şura’nın kompozisyonu, Şura’nın toplanmasından 6 ay önce çok ciddi bir değişikliğe uğratılmıştı.

22 Ocak 2012 Pazar

Türkiye`yi Bugünlere Getiren Surat İfadesi…








Neden bu ülkede
özgürlük yok? Neden ırkçıyız? Neden AKP %50 oy alıyor? Neden iş hayatlarımız bizden bu kadar çok şeyi alıp götürüyor? Neden 500 T insanları bu kadar mutsuz ediyor? Neden trafikte geçirdiğimiz 1 saat bizi 1 yıl yaşlandırıyor? Neden bu ülkede bir Mesut Özil yetişmiyor? Neden İETT şoförü öpüşen gençlere saldırma ihtiyacı duyuyor? Neden bu ülkede insanca
yaşayamıyoruz? Neden?


19 Ocak 2012 Perşembe

5 değil 95 yıl da olsa biz yine Agos'un önündeyiz



Bugün yine 19 Ocak'tı, hava yine buz gibi bir kış güneşiydi ve biz yine Agos'un önündeydik.

Boğaza bakıp milleti sırtından bıçaklamaya alıştığımız okul arkadaşlarım ve hocalarım, birlikte çalıştığımız sivil toplum kuruluşlarında "Sorospu çocuğu" damgası yemeye alıştığımız eski iş arkadaşlarım, Twitter'da #kardesimsinhrant yazdığımız için hep birlikte küfür yediğimiz meslektaşlarım, beni Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde temsil eden vekillerim, filmlerini keyifle izlediğim, şarkılarını zevkle dinlediğim oyuncular, müzisyenler... Hepimiz bugün faşizme inat on binlerce kardeştik ve biz yine Agos'un önündeydik.

18 Ocak 2012 Çarşamba

Hrant İçin Blog



Ana akım medyanın kuru gürültüsüne ve tekdüzeliğine inat, sessiz sakin, vakur bir kendi alanını yaratma girişimi Hrant İçin Blog.

Blog yazarlarının Hrant için, Hrant hakkında ya da Hrant Dink davası hakkındaki anı, görüş ya da yorumlarını bir araya toplamayı hedefleyen bir "metablog".

Özetle olayı şu: Yazarlar kendi bloglarında Hrant'ı yazdıktan sonra hranticin[at]gmail.com adresine ya da Twitter'daki @Hrant_icin hesabına bu yazıların linklerini iletecekler. O yazılar Hrant İçin Blog'da yazarların kendi imzaları ve blog adresleriyle yayımlanacak.

Detaylar ve dünden bugüne yayımlanmış birkaç yazı burada.

Haydi FMO yazarları ve sevgili fellow bloggerlar, klavyenize kuvvet!

6 Ocak 2012 Cuma

Ergenekon gerçekten yargılanıyor mu? Yoksa Ergenekon mu Ergenekon’u yargılayan?



Ergenekon, Balyoz ve derin devleti konu edinen diğer soruşturma ve davalar nereye gidiyor? Eski Özel Harekat Şubesi mensubu emekli polis Ayhan Çarkın’ın itirafları dahil olmak üzere pek çok kişinin açıklamaları ile gündeme gelen, Kürtçü ve solcu hareketleri tasfiye etmek adına devlet kimliği ve kaynakları istismar edilerek halka karşı işlenmiş olan cinayetler ve diğer suçlar kovuşturulacak mı? Yoksa iddia edildiği gibi yalnızca hükümete ve Gülen cemaatine karşı olan eylemler (ve yalnızca hükümete ve cemaata karşı oldukları için) mi kovuşturuluyor? Eski Genelkurmay Başkanı'nı silahlı terör örgütü yöneticiliğinden tutuklu yargılayabilecek kadar güç kazanmış olan yargı (ve gerekli istihbarat dosyalarını sağlayan emniyet), sözü edilen çok ciddi diğer suçların üzerine neden gitmez? Gidiyor da biz mi farkında değiliz, haksızlık yapıyoruz? Yoksa selefini tasfiye etmeye çalışan yeni bir derin devletimiz mi oluyor? Bir vatandaş olarak merak ediyorum. Konuyu ayrıntılı olarak takip etme fırsatı bulan okuyucular; yer, zaman, kişi, dava adı gibi verilere dayanan, spekülasyonun ötesine geçen yorumlarınızı yazının altına bekliyorum.