20 Mayıs 2009 Çarşamba

Üyeliği Beklerken: Portekiz'den Bir Tavsiye

Portekiz Cumhurbaşkanı Anibal Cavaco Silva, 14 Mayıs Perşembe günü Boğaziçi Üniversitesi’nde “Portekiz’in AB’ye üyelik macerası” konulu bir konuşma yaptı. Konuşma üç konu üzerine yoğunlaştı: Üyeliğin arkasında yatan gerekçe, 25 yıllık AB üyeliği üzerine değerlendirme ve AB entegrasyonu önündeki sorunlar.

“Portekiz NATO kurucu üyesi ve Avrupa Serbest Ticaret Birliği’nin kuruluşunda rol almış bir ülkedir. Avrupa Topluluğu’na katılımıysa, ancak 1974’teki demokratik devrim sonucu gerçekleşmiştir” diyerek konuşmasına başladı Silva. “Karanfil Devrim” olarak da bilinen bu demokratik devrim, aslında askeri darbe yoluyla otoriter Salazar rejiminin indirilip, yerine demokratik rejimin kurulmasıydı. Demokrasi getirmek amacıyla darbe yapılması fikri, hele ki bir başka darbeler ülkesi olan Türkiye ile karşılaştırıldığında her ne kadar çelişkili gözükse de, Portekiz’de başarıya ulaştı.

1974 darbesi, Portekiz için bir dönüm noktası olmakla birlikte, demokratikleşme adına bir başlangıçtı ve Silva’ya göre, asıl demokratikleşme, Avrupa Birliği’ne entegrasyon süreci ve sonrasındaydı. AB üyeliğinin asıl sebebi siyasaldı; Portekiz açısından jeopolitik alanı olan Avrupa’ya katılmak gerekli görülmüş, ekonomik kalkınma ve yaşam standartlarının yükseltilmesi konusu Portekizlilerin aklını çelmişti. Avrupa açısında ise demokratik değerler uğruna savaşan bir ülkeyi kaybetmemek ağır basmış, jeostratejik öneme sahip bu ülkeyi birliğine katmak önem kazanmıştı. Çıkarların karşılıklı uyumu, Portekiz’in 1978’de başlayan üyelik macerasının 1985’te tamamlanmasıyla son buldu.

Üyelik, Portekiz için problemsiz bir süreç değildi. Silva’nın bahsettiği problemler, Türkiye’nin endişeleriyle paralellik gösteriyor. Örneğin Portekiz kamuoyu ve Parlamento, “8 yüzyıllık” Portekiz kimliğinin kaybolacağı, tarih ile bağların kopacağı ve ülkenin açık pazar haline geleceğinden endişe ediyordu. Fakat ekonomik ve sosyal getiriler gerek kamuoyu, gerekse parlamento nezdinde ağır bastı ve Ocak 1986 itibariyle AB’ye katılım gerçekleşti.

25 yıllık üyeliği süresince Portekiz, AB’den çokça faydalandı. Üyeliğin ilk 15 yılında işsizlik ve enflasyon AB sınırlarına geriledi ve yabancı yatırım girişi sağlandı. Kişi başına gelir arttı, Portekiz ekonomisindeki büyüme hız kazandı. Demokratikleşme açısından ilerleme kaydedildi. Ulusal sorunlar, Avrupa çerçevesinde ele alınmaya başlandı. Portekiz ile benzer coğrafya ve kimliği paylaşan Akdeniz, Latin Amerika ve Afrika ülkeleriyle işbirliği sağlandı. Silva soruyor: “Tüm bunlar AB’siz gerçekleşebilir miydi?” Cevabı: “Elbette hayır!”

AB ise, Portekiz’in üyeliği döneminde dış dünyaya açıldı. Silva’nın Konsey başkanı olduğu dönemde ilk AB-Mercosur zirvesi gerçekleşti. Bunun yanı sıra, Portekiz’in başkanlıkları döneminde Hindistan, Çin, Brezilya ve Afrika ülkeleriyle antlaşmalar imzaladı.

Silva’nın AB’nin genişleme ve entegrasyonu hakkındaki fikirleri satır aralarına gizlenmiş uyarılar dışında yukarıdaki düşüncelerine benzer bir iyimserlik taşıyordu. “AB entegrasyonu geçmiş değil, gelecek hakkındadır” diyen Silva, özellikle Lisbon Antlaşması’nın AB’ye inancı tazelediği görüşündeydi. Silva’ya göre AB, sadece ekonomik bir yapı değil ve bu sebeple Maastricht’te belirtildiği gibi ortak çıkarın savunulması ve güvenlik açısından da değerlendirilmeli. Genişleme ise, “AB’nin DNA’sının bir parçasıdır”. Kopenhag kriterlerini yerine getirmiş her ülke, AB’ye katılabilmelidir. Schuman Deklarasyonu uyarınca AB’nin ortak değerleri olan ülkeler arası eşitlik ve dayanışma ön planda tutulmalı, AB’nin dünya ile bütünleşme çabası hız kesmemeli, transatlantik ilişkiler güçlendirilmeli ve Avrupa kurumları daha demokratik, verimli ve şeffaf bir yapıya bürünmelidir.

7 yıllık müzakereleri ülkesi için uzun bulan Silva’nın konuşmasına, AB ve Portekiz arasında kısa ve mutlak sonuca ulaşılmış bir sürecinin rahatlığı yansıyor. Bu rahatlıktan faydalanarak, soruyoruz: Peki ya Türkiye? Yıllardır (Silva, haklı bir şekilde müzakerelerin henüz 2005’te başladığına ve kesin konuşmak için erken olduğuna dikkat çekiyor) Avrupa’ya katılabilmenin stres ve yorgunluğuyla yoğrulmuş Türkiye. 1959’da Ekonomik Topluluğa başvuruda bulunan, 1987’de Avrupa Topluluğu’na başvuran ve 2005 Ekim’inde üyelik müzakerelerine başlayan Türkiye ile ilişkiler ne olur? Silva, özellikle son günlerde sıkça duyduğumuz Türkiye karşıtı demeçlere kulak asmamızı, çünkü Parlamento seçimlerinin yaklaştığını belirtiyor. Fakat AB’nin seçimi hiç biter mi?

AB üyeliğine inanmış bir Portekiz toplumu ve bu işe gönül vermiş, iktidarda on sene kalmayı başarmış bir başbakanın (bugünün Portekiz Cumhurbaşkanı Silva’nın) ortak inanç ve çabasının eseri Portekiz’in AB üyeliği. İlginçtir ki benzer inancı (örneğin 2002’te) gösteren bir Türk toplumu ve AB’yi gündeminin ilk sırasına yerleştirdiğini söyleyen Türk başbakanının ortak inanç ve çabasının (bu ortaklık tartışmaya açık) sonucu, Türkiye’nin AB üyeliğinden söz edemiyoruz. “AB, değerinizi bilecektir, tıpkı bizimkini bildiği gibi. Biz Atlantik’e açılan bir köprüyüz, siz Kafkaslara ve Doğu’ya. Büyük ülke olmanız çekincelere yol açacaktır. Fakat bunlar zamanla aşılır. Üyelik için çalışmaya ve yetkilileri ikna etmeye devam edin” diyerek konuşmasını sonlandırıyor Sayın Silva.

Yine bekliyoruz. Hep bekliyoruz. Ne çok isterdim Sayın Silva’nın benimle bir AB üyesi ülkenin konsolosluğuna gelmesini. Sabahın beşinde kalkıp altıda sıraya girmesini, saatlerce beklemesini; beklediği yetmezmiş gibi konsolosluk memurlarınca yedi ceddinin tarihi üzerine sorguya çekilmesini, küçümser sözlere maruz kalmasını. Sonra, çok istediği konferansa ya da turistik geziye gidememenin acısını benimle paylaşmasını, hem de alamadığı onayın, birkaç adım ötesinde, üç-beş santim kalınlığında camın arkasında beliren vize memurunun insafına kaldığını bile bile.

Avrupa Birliği üzerine kötümser bir tablo çizmeye çalışsaydım, inanın bundan çok daha can alıcı bir örnek ile karşınıza çıkardım. Genç yaşımda Türkiye’nin AB yolunda atmış olduğu “en kararlı adımları” görme şansına erişmiş olduğumdan ötürü, karamsar tablolar çizmek benim işim olmamalı. Öylesini isteyen açsın Attila İlhan okusun sayfa sayfa. Belki bir yirmi yıl sonra, olur da hala girememişsek AB’ye, o zaman bulun beni, konuşalım.

1 yorum:

Salomon Trismosin dedi ki...

Bir İspanya anısı: İspanya'ya giderken yolda bir çift ile tanıştım. Erkek öküz gibi somurturken kızla bütün yolculuk boyunca sohbet ettik.

Sohbet ederken kız "Franco'yu biliyor musun?" dedi. Önce anlamadım, sonra "he şu 'viva la muerte' olayı di mi?" deyiverince kız birden panik oldu... (Yarısının İspanyol olduğu uçakta bu cümleyi bağırmak çok hayırlı değilmiş.)

Neyse kız bana bir öykü anlattı: Franco döneminden kalan babaannesi, Franco'nu 1975'teki ölümünden sonraki ilk seçimlere gittiğinde, seçim pusulasını beğenmemiş. "Ne biçim seçim pusulası bu?" demiş, "üzerinde isim soyisim adres yazacak yer yok!"