Son günlerde gündeme oturan açılım tartışması, sizi bilmem ama beni açılım kelimesinin anlamı ve Türkiye’de açılmayacak ne çok konu olduğu üzerine epeyce düşündürtüyor. Öncelikle neyi açıyoruz: Kürt sorunu, yani Türkiye’de yaşayan azınlık grubun haklarının sorunu. Kökünde insan hakları sorunu olsa da bunu Kürt/azınlık sorunu olarak damgalamak ve tartışmayı kimlik politikası üzerinden yürütmek siyasetçilerin (aslında bir tek siyasetçilerin değil, kategorizasyonu seven siyaset bilimcilerin ve özellikle medyanın da) işine geliyor olmalı ki herkesin ağzına bir Kürt açılımı tamlaması dolanmış gidiyor.
Peki, atılan adımlar bir açılıma mı işaret ediyor, yoksa düğümlenmeye mi? Yani demek istediğim, tartışılan konu, ele alınış biçimiyle haydi bırakın “Kürt sorununu”, insanların zihinlerini açıyor mu? Atalay’ın “sorunu halka açmak/tanıtmak” yönündeki uyarısını her ne kadar doğru buluyorsam da eklemeden edemiyorum: Bunu halka açacak/tanıtacak olanlar kim? Siyasetçiler mi yoksa sivil toplum mu? Ya da siyasetçilerin güdümündeki bazı sivil toplum kuruluşları mı?
Açılım içinde bit yeniği aradığımı düşünenler olabilir. Fakat bunca yıldır bu yenikleri aramadığımız için yaralarımız iltihap topladı.
Bu açılım insanları farklı düşünmeye itiyor mu, yoksa Kürt sorunu yine bir doğu batı tartışması, ya da Türk-Kürt çatışmasına mı indirgeniyor? Siyasetçilerden kaçı bu ülkede açlık ve/ya yoksulluk sınırı altında yaşayan milyonlarca kişinin yaşadığını, on binlerce çocuğun okula gidemediğini, çocuk/doğum anında ölümlerinin hala çok yüksek olduğunu ve Türkiye’de insan haklarının uygulanmadığını, Kürt sorunu olarak adlandırılan problemin de aslında bir her boyutuyla bir hak-sızlık sorunu olduğunu söylüyor? Siyasetçilerden kaçı çıkıp da “Biz siyasetçiler, görevimizi bu güne kadar iyi yapamadığımız için bu gün çözülmemiş sorunlarla uğraşıyoruz, biz bu güne kadar hak üzerinden koltuk sahibi olduğumuz için, hak yiyerek iktidara geldiğimiz için bu sorunu çözemiyoruz diyor?” Her ne kadar kabullenemesek de Erdoğan bunu biraz olsun dile getiriyor… fakat bu dediklerinin arkasına hep yeni bir cümle sıkışıveriyor ve bu cümleler ister istemez insanları sarf edilen sözlerin samimiyetini sorgulamaya itiyor. Örneğin Güneysu meydanında yapılan konuşmadan bir alıntı: “Bu millet ayrılıkçı olanları evelallah bu ülkede iktidara getirmez ve onlara iktidar teslim etmez. Bizim niyetimiz halis samimi. Biz dürüst olarak bu yolda ilerliyoruz. Yaradılanı yaradandan ötürü seviyoruz.”
Kürt açılımı senin için bir iktidar sorunu mu be adam! (Öyle tabi, sen de bir siyasetçisin sonuçta!)
Diyebilirsiniz ki henüz açılım yapılmadığı için açılamamanın sancılarını çekiyoruz. Peki, biz aynı sancıları bundan iki-üç sene önce yine çekmedik mi; yine gündeme bir Kürt açılımı/ya da Kürt sorunu tartışması atılıp birkaç hafta tartışıldıktan sonra rafa kaldırılmadı mı? Eğer iş bekleyip görmeye kaldıysa, yani açılım en nihayetinde olacaktır, sabretmemiz gerekiyor diyorsanız, ben size çekincelerimi biraz daha açık bir dille ifade edeyim.
Ev halkıyla konuşuyorum. Anneannem soruyor, yahu nedir bu Kürtlerle alıp veremediğimiz, neden “insancıkları” biraz olsun rahat bırakmıyoruz, suç hükümetlerde değil de kimdedir? Neden bitmek bilmez bu tartışma?
Yahu gerçekten neden bitmek bilmez bu Kürt sorunu tartışması. Ben size aklımdaki nedeni söyleyeyim, kabul etmek ya da karşı çıkmak size kalmış. Bu tartışma bitmiyor çünkü bu tartışma üzerinden çok rant yiyen var. (Rant yemek kelimesini hak yemek olarak da okuyabilirsiniz) Bakınız şu anda gündemde olan tartışmayla, haftalardır siyaset sahnesinden silinmiş politikacılar, siyaset bilimciler ve araştırmacılar bir anda yeniden popüler oldu. Ana haber bültenleri programın yarısını bu tartışmalara ayırır oldu. Dahası, Kürt açılımı, insanların “show” yapabileceği bir platforma dönüşmekte. O Esra Ceyhan programında “uçan adam” gibi her siyasetçi uçuyor kürsünün arkasında. Külhanbeyi tavırlarıyla siyasetçiler çıkıp, çizgilerinden nasıl ödün vermeyeceğini bağırıyorlar televizyonda.
Aradan bir haftayı aşkın bir süre geçmiş olmasına rağmen atılmış somut adım da oldukça az. AKP, bu açılımı kendi başına gerçekleştirecek güce sahip değil mi? Öyleyse neden muhalefetin fikrine danışıyor. (çünkü demokrasi bunu gerektiriyor, değil mi! Bir anda demokrasiye sarılabiliyoruz) Başka yasa tasarılarında hiçe sayılan muhalefet, Kürt açılımında neden bir anda değere biniyor? Neden Arınç TV’lere çıkıp, yaptıkları açılımın yapılmasının AKP’ye puan kaybettirse de gerekli olduğunu söylüyor. AKP’ye puan kaybettirmesi ya da kaybettirmemesi mi burada önemli olan? Bu açılım, yoksa AKP’nin oyunu artırması için mi yapılıyor? Yoksa yerel seçimlerde Kürtlerin yoğun yaşadığı doğu illerinde yaşanan hezimetten çıkarılan bir ders mi sadece Kürt açılımı hükümet için? Bu sorunun Cumhuriyet tarihine dayanan (belki çok daha öncesine) bir geçmişi yok mu bizi ilgilendiren? Neden kimse bunları tartışmıyor?
Ortada bir söz düellosu: Sen misin Bitlis’e Norşin diyen, sen misin Güneysu’ya Potamya dedirtmeyen, sen misin vatanı satan, sen misin ihanet eden. Siyasetçinin açılımdan anladığı ve anlayacağı budur… Sözler üzerinden yaşanan kavgalar; yeri geldiğinde çokkültürcü, yeri geldiğinde ise tekkültürcü olmaktır. Böylece arenada kendini görünür kılmak, gücünü bağırdığın ölçüde göstermektir. Demokrasi, aslında çözümsüzlük için kullanılan bir araca ne de güzel dönüşebilir. Tekrar ediyorum, Erdoğan ve AKP, Kürt açılımında samimilerse, ne diye diğer partilerle söz dalaşına giriyorlar? Sonuçta Erdoğan, bir şehit ailesine gidip Kürt açılımının gerekliliğini anlatabiliyor mu? Ya da Bahçeli ve Baykal, gidip de açılımı gerekli ve gecikmiş gören insanlara gidip açılımı neden desteklemediğini anlaşılır bir dille anlatabiliyorlar mı? Hayır, sadece bağırıyorlar.
Bağırmaya devam ettikleri sürece bu açılım da rafa kalkar, birkaç yıl durur yine pişirilir gelir önümüze.