Öncelikle belirtmem gerekli ki bu kütüphane kişilerini müdavimler ve müdavim olmayanlar diye ikiye ayırmak mümkündür. Özellikle Temmuz'u Ağustos'a bağladığımız, güneşin ensemizde boza pişirdiği, İstanbul'un boşaldığı şu günlerde hala buralarda olup kütüphaneye gidenlerden müdavim olmayanlar yaz okulunda vizesi ya da finali olanlardan başkası değildir. Lisans öğrencilerinden oluşan bu ekibi önlerindeki ders kitapları, fotokopiler ve notlardan tanımak mümkündür. Genelde soru çözer ya da özet falan çıkarırlar. Bir iki gün kütüphaneye gelir sonra kaybolurlar. Bir kısmı hoşlandığı kişiye yakın olabilmek, kendisini beğendirebilmek gibi amaçlarla da oralarda takılıyor olabilir. Onları da özenli giyim kuşamları, saçları ve kimi zamanlar makyajlarından fark etmek mümkündür. Halbuki müdavimler öyle değildir ve asıl tipolojisi yapılası olanlar onlardır zaten.
Müdavimler hele ki önlerinde laptoplarıyla oturuyorlarsa bilin ki tez yazmaktadırlar. Eğer tez yazmıyorlarsa da akıllarından zorları vardır ki bir bakış açısına göre ikisinin arasında çok fark olduğu da söylenemez ama o konu bu yazımızı çok da ilgilendirmediği için şimdilik değinmiyoruz.
Bu tipler genellikle aynı saatlerde kütüphaneye gelip, mümkün olduğunca aynı masalarda oturup akşam kütüphane kapanana kadar orada vakit geçirirler. Mümkün olduğunca rahat kıyafetler giyerler ve özellikle akşam saatlerinde darmadağın olmuş saçları ve morarmış gözaltlarından tanınırlar. Büyük bir kısmı eğitim öğretim hayatlarının diğer dönemlerine kıyasla daha tombul, fakat daha sağlıksız görünmektedirler. Önlerinde çoğunluğunun üzerinde kütüphane etiketi olan ve olmayan bir yığın kitapla otururlar. Bu kitapların neredeyse hiçbiri ders kitabı değildir ama yakından bakıldığında neredeyse tamamının aynı konu üzerine yazılmış farklı kitaplar olduğu görülecektir. Kulaklarında her daim bir kulaklık görmek mümkündür ki bu kulaklık vasıtasıyla sıklıkla müzik dinleseler de dizi/film izleyenlerine de rast gelmek mümkündür.
Müdavimlerin ilk grubu sınıf mümessilleridir. Bu arkadaşlar kütüphane duvarlarındaki "sessiz olalım, olmayanları uyaralım" tabelalarını fazla ciddiye almışlardır. Kütüphanenin sessiz bir yer olması gerektiğinden emin, bu durumu sağlamak için de gönüllüdürler. Aslında Near East Section içindeki kapalı odalarda çalışsalar en hayırlısıdır fakat orada kablosuz internet kullanılamadığından mebcuren kütüphanenin diğerlerine yayılmak zorunda kalmışlardır. En çok tercih ettikleri alan orta kattaki cubicle'lar olan bu tipler ortalıkta topuklu ayakkabıyla gezip tak-tuk sesleri çıkaran kadınlara ters ters bakmayı, arka tarafta konuşan biri olursa sandalyelerinde hafifçe ayağa kalkıp "hişşşş" demeyi kendilerine görev addetmişlerdir. Genellikle "inek" tabir edilen öğrenci grubuna mensup olduklarına inanılsa da varlıkları kütüphanenin Dingo'nun ahırına dönmemesi açısından elzemdir.
Kütüphanedeki ikinci grup müdavimler malı kıymetliler grubudur. Bu tipler, "benim oda arkadaşımın erkek arkadaşının bi arkadaşının study'den laptop'ı çalınmış" hikayelerini son derece ciddiye alıp kendi başlarına da benzer şeylerin gelmesinden ölesiye korkan dolayısıyla kantine kahve içmeye ya da Beyaz Kale'ye dürüm yemeye giderken bütün eşyalarını toplayan, sonra geri dönünce her şeyi en baştan yayan insanlardır. "Mal canın yongası" diyen atalarımız ve "life, liberty, property" diyen John Locke'a özel bir sevgi beslemekte, onların yolundan ayrılmamaktadırlar.
Üçüncü grup müdavimlerimiz olan bekçicigiller ikinci grubun bir parça değişim geçirmiş halidir. Yine ikinci gruptakiler gibi malları kıymetli olmakla birlikte onlardan daha rahat, daha devrin adamı insanlardır bu tipler. Sorumluluklarını başkalarına devretme, ya da daha gerçekçi bir tabirle kendi işlerini başkalarına yaptırma, konusunda çok başarılı olan bu kişiler hem laptoplarını ortada savunmasız bırakmaktan çekinmekte, hem de yanlarında taşımaya üşenmekte olduklarından en yakınlarında oturan kişiye "ben bi 10 dakika bi yere gidicem de, bilgisayarıma göz kulak olur musunuz?" derler. "Bana ne senin bilgisayarından" demek de insanlığa sığmadığından masa komşularını gönülsüz de olsa mallarının bekçisi yapıverirler. Bu tiplerin geleceği çok parlaktır, üst düzey bir yönetici olacakları muhakkaktır. Hatta daha açık konuşmak gerekirse bunlar bir yere yönetim kurulu başkanı olur, ikinci gruptakiler bilmem neden sorumlu başkan yardımcısı.
Müdavimlerimizin son grubu şahsımın da içinde bulunduğu okul bizim yuvamız kütüphane yatak odamız tipleridir. Aşırı derecede rahat, tabir-i caizse "koy poposuna (!) rahvan gitsin" felsefesini benimsemiş insanlardır. Bunlar kütüphanede yasak olan her şeyi yapmalarıyla bilinirler. Yemek yemek, bir şeyler içmek, telefonla konuşmak dışında masaların üzerinde uyumak, mümkünse ayakkabılarını çıkarıp ayaklarını karşılarındaki sandalyeye uzatmak, kütüphaneden çıkıp Taksim'e gidilecekse oturduğu yerde makyaj yapmak gibi hareketler de sıklıkla içinde bulundukları durumlardır. Yangın alarmına yakalanmayacaklarını bilseler sigara bile içebilirler. Dışarı çıkarken eşyaları toplamak şöyle dursun akşam eve giderken bile kitaplarını toplamaz, üzerine "lütfen kaldırmayınız" notunu bırakıp masalarını ertesi gün aynı şekilde bulurlar. Onların masalarına kimse oturmaz, oturduğuna pişman olur. Özel odalara sahip olanlar arasında masa lambasını, en sevdiği kahve kupasını ve diş fırçasını bile kütüphanede bırakanlarına rastlanmış, özel odası olmayanların hijyen gibi sebepler dolayısıyla diş fırçası ve kahve kupasını her gün yanlarında getirdikleri görülmüştür. Fazla rahat olduklarından dolayı tezi teslim gününe kadar bitiremeyecekleri muhakkaktır.
Hangi kategoriye dahil olurlarsa olsunlar, tez yazanlar aslında tez yazım döneminde gözlemlediğiniz kadar çirkin ve huysuz insanlar değillerdir. Sevgiyle kucaklanmalı bu sürecin sonuna kadar sabırla karşılanmalı ve çok sevilmelidirler. Ne demiş Marge Simpson? "Grad students are not bad people, they just made terrible life choices."
4 yorum:
eğer tez yazıyor olsaydım, bekçicigillerden olurdum herhalde.. seni de 'laptobuma baksana apla'daki 'apla' yapardım..
çok doğru bir tespit. senin neden bekçicigillerden olacağın belli de ben neden o "apla" oluyorum onu anlamıyorum. alnımda "bu kıza mal emanet edebilirsiniz, çalmaz merak etmeyin" falan yazıyor da ben mi görmüyorum? her tuvalete giden laptopını bana emanet edip de kalkıyordu yerinden bir aralar. sonra yerimi değiştirdim de kurtuldum allahtan
sen tabi 4672 saat boyunca yerinden kalkmadığın için, millet de 'bu hanım herhalde buranın yerlisi, zarar gelmez bundan, göz kulak olur mala mülke' mantığı güdüyordu.. bu mantığın benzerini, şehir içinde dükkan önüne araba parkeden ve dükkan sahibine yanaşıp, 'abi burda arabayı çekerlerse göz kulak olursun, hemen gelicek dersin, olur mu? ha benim güzel abime' diyen adamda da görebiliriz..
Finallerin ve de diğger sınavların nihayete ermesinden dolayı kütüphanede artık sadece, kütüphanenin asıl sahipleri olan yüksek lisansçı ve doktoracılar mevcut:)Lisans okuyan kardeşlerimiz sanıyorum memleketlerine avdet ettiler ailelerle kaynaşabilmek için.İstanbul'da ikamet edenler de, nedendir bilinmez, üniversite kütüphanesinde yoklar.
Ama biraz önce burayı ziyaret eden çekik gözlü bir grup üniformalı öğrencinin bu tipolojinin neresinde yer aldığını da merak etmiyor değilim.
Yorum Gönder