Efendim, son birkaç gündür çevrimiçi cemaatleri, blogları, haberleri vs. sallamakta olan ve artık neredeyse "lame" kategorisine giren bu haber bizim blogumuza taşınmasaydı ele güne karşı eksikli kalabilirdik, o sebeple buyrunuz buradan yakınız...
47 yaşında, "never-been-kissed", 20 yıl boyunca hasta annesine bakmış, öğrenme güçlüğü dolayısıyla formel eğitimle bir noktaya kadar haşır neşir olmuş ve konvansiyonel normlar bağlamında düşündüğümüzde güzel diyemeyeceğimiz bir kadın Susan Boyle. İngiltere'nin yetenek avı Britain's Got Talent'a katıldı ve olay yarattı. Sefiller müzikalinden I Dreamed a Dream adlı şarkıyı o kadar güzel söyledi ki başta ukala Simon olmak üzere (American Idol'dan bu yana kendisinin hastasıyız ailecek) bütün jüri şok oldu, ayakta alkışladı, "Üç yıldır karşıma çıkan en büyük sürpriz sensin", "Bu yarışmada bugüne kadar ağzımdan çıkan en büyük evet senin için geliyor" vs. diyerek kadıncağızı taltif ve tebrik ettiler.
Sonra? Amman ya Rabbim!!! Hem dünya medyası hem de bizim medya bu haberin üzerine atladı. Hürriyet kadın için "Recep İvedik kaşlı" tanımlamasını uygun görürken, CNNTürk kendisine "Susan Teyze" diye hitap etti. "Never judge a book by its cover" söylemleri aldı yürüdü, başta Simon olmak üzere (bu adam da babamın oğlu sanki, Simon Cowell'dır efendim tam adı) jüri ve seyirciler kadının görünüşüyle dalga geçtikleri için kınandılar, "Bak şarkıyı da ne güzel söyledi, oh bu da sana kapak!" diye yürekler soğutuldu akabinde. Kadın bir anda Batı toplumlarının (öeh Oksidentalizme gel) yüzeyselliğine karşı duran bir hareketin sembolü haline geldi. Neymiş efendim ses güzelliğiyle dış görünüşün ne alakası varmış da, herkes Barbie bebek gibi olmak zorunda değilmiş de, ne olacakmış bu yüzeysel toplumların hali böyle...
Canım kardeşim, güzel kardeşim. İyi dedin hoş dedin de sen bunları derken birkaç şeyi aklından geçirdin mi? Bir kere zaten sesle dış görünüşün ilgili olduğunu kimse iddia etmedi ki. Hatta bütün bu yetenek programlarında defalarca kanıtlandığı üzere dış görünüş ve ses/yorum güzelliği arasında çoğu zaman bir ters orantı olduğu bile söylenebilir. Dahası bu programlara katılan pek çok "bimbo" tabir ettiğimiz kadın daha üçüncü notadan sonra evine geri gönderilmiştir, ki hatırlatırım jüriler bu kişilerle de ölesiye dalga geçmektedir. Aynı şekilde bu bimbolardan ya da saçıyla, kıyafetiyle dansıyla akıllara zarar showlar yapan bilimum "weirdo"dan sesi çok güzel olanlar aynı şekilde alkışlarla karşılanırken sesi kötü olanlar da kahkalarla uğurlanmıştır.
Zira bu işin kitabında bu yazmaktadır. Jüri yarışmacıyı ezer, seyirci kendisiyle ezilen yarışmacı arasında bir özdeşlik kurar, bazılarının başarısından kendisine pay çıkarır, o yaparsa ben de yaparım der, bir başvuru formu doldurur ve sistem kendi kendini döndürmeye devam eder. Hiçbir zaman jüri seyirciye sevimli görünmek zorunda değildir. Aksine jüri ne kadar uyuzsa program o kadar izlenir hale gelir. Dolayısıyla jüriler de, dış görünüşüyle ya da sesiyle olması çok fark etmez, belli noktalarda açıkları olan insanlarla dalga geçmektedir. (Meraklısına not: Bizde de bu görev en iyi Armağan Çağlayan tarafından yapılmaktadır)
Ayrıca o kadın 47 değil de örneğin 27 yaşında olsa (yani senin eş/sevgili marjının içine girebilecek bir yaş grubunda olsa) sırf çok güzel şarkı söylüyor diye sen bu kadınla birlikte olur musun? Bak ol ya da olma demiyorum, sadece olur musun diyorum. (Okuyucuyla hepten senli-benli olma ekolü) Bence olmazsın. Aynı şekilde Susan'ın erkek hali gelip size/bize bir kahve içmeyi teklif etse kaçınız/kaçımız kabul edersiniz/ederiz? (Burada bireylerin cinsel tercihleri tamamen gözardı edilmiş, mümkün olduğunca genelleştirilmiş bir ifade kullanılmaya çalışılmıştır).
Neyse, sözün kısası davulun sesinin uzaktan hoş geldiği durumlardan biriyle daha karşı karşıyayız. Ajdar Anık'ın bir fenomen haline geldiği bir ülkeden bahsediyoruz burada. O adama ağzıyla değil de oturma organıyla gülenler Ajdar çok yakışıklı bir erkek olsaydı bu kadar eğlenebilirler miydi sizce? Evet diyorsanız 30 Rock'ın üçüncü sezonundan The Bubble isimli 15. bölümü izlemenizi tavsiye ederim. Oturduğumuz yerden kadını (aslında genel olarak bireyi) sadece dış görünüşüyle değerlendiren yüzeysel, materyalist kültüre saydırmaktan ala, kolay, keyifli iş yok da kendini o kültürden ne kadar ari kılabiliyorsun diye sormazlar mı insana?
Sonuç, eleştiri iyidir, yaratıcı eleştirici daha iyidir, yaratıcı özeleştiri içlerinde en iyisidir. Susan Boyle da seneye İngiltere adına Eurovision'a girsin bence, Hadise'yle kapıştırır görüntü mü ses mi sorusuna uygulamalı cevap ararız.
8 yorum:
Se7in'in sözlük yazısı tadındaki yazısından sonra gidip dinledim Susan Teyzeyi.
Kadının gerçekten "stunning" bir sesi var ve o en soldaki adamın dediği gibi "bu yarışmada verdiğim en büyük yes"i almayı hak etmiş görünüyor.
bunun ötesindeyse şu var, dikkat edin kadın sahneye çıktığında herkes ya bıyık altından ya da aleni bir biçimde "ya şuna bak, şarkısına bir başlasa da dalgamızı daha rahatça geçsek" diye beklemekte. buna elbette jüri üyeleri de dahil. bununla beraber kadın öylesine güzel bir şekilde söylüyor ki sefiller'den seçtiği şarkıyı herkesin ağzı açık kalıyor.
Şurası çok açık ki günümüz şov-bizi Susan Teyze tarzındakilere ancak "freak show" olarak yer verebilir. Aynı sese sahip ve Susan Teyze'den daha güzel bir hatun ile Susan Teyze'nin başlangıç noktalarının aynı olamayacağı fazlasıyla aşikar bence. Zira dönem "perde arkasından bile" dinlenebilecek kişilerin devri değil. Bu düzende Susan Teyze ve onun gibiler ancak "garip ama enteresan" başlığı altında yer bulabilir kendilerine.
"A bak ne güzel sesi var"dan ziyade "ya bundan da bir ses çıkıyor, hiç beklemezsin aslında" cümlesi sanki durumu aktarmaya daha uygun gibi duruyor. Ki bizim medyada bu haber benim bahsettiğim gibi aktarıldı -dünya medyasını bilemiyorum, ama se7in onu da aktarabilir bize herhalde: baksanıza Simon diye birisinin varlığının ötesinde kendisi hakkında yorumda bile bulunabiliyor.
onurcum, simon bu american idol, britain's got talent gibi programların hem yapımcısı hem de jürisi olan bey kardeşimiz. o jüri masasında en sağda oturup kadın içeri girdiğinde "what's your name, darling?" diyen kişi yani.
dünya medyasında susan boyle'la ilgili ne yazılmış diyenleri de buraya alalım: http://news.google.com/news?pz=1&ned=us&hl=en&q=susan+boyle (in google we trust!)
yahu ben bu teyzenin şanının oralara kadar geldiğinin hiç farkında değildim, ta ki se7in konuya bu platformda parmak basana kadar. Zira şu bulunduğum İngiltere memleketinde Lost, South Park falan gibi belli başlı diziler ve filmler haricinde TV'yle münasebetim BBC ve ITV haberlerinden oluşmasına rağmen ben bile bu Susan denen kadından farklı kanallar yoluyla haberdar edildim, konu öyle popüler yani...
Neyse gelelim programa ve se7in'in yaklaşımına: öncelikle bütün saflık ve naifliğimizle (yukarıda show-biz olarak adlandırılan)eğlence piyasasının milyonda bir oranında adayı parçası olarak içine alıp vitrine koyarken geri kalan binlerce hayatı yok eden, dahası sistemik olarak ezilene 'çıkış kapısı' ilüzyonunu oluşturan (alper'in sevdiği terimlerle) gayet ideolojik aygıt vazifesini unutsak bile bu 'britain's got talent' tarzı platformların temelde içsel bir çıkmazı var gibi görünüyor bana. Tamam çok iyimser ve naif bir niyetle "tv'de izlediklerimiz de bi halt değil, aramızda daha ne yetenekler var da imkan bulup kendilerini gösteremiyorlar" çığırtkanlığına bir cevap olarak bu yarışmaların platform oluşturduğunu kabul edelim. Efendim bir kere 'talent' (yetenek) ile neyi kastediyor bu programlar? Hatırlanacağı üzere geçen sene bu yarışmayı bi fino köpeğini çılgıncasına eğiterek resmen hollywood hayvanına çevirmiş bir kız kazanmıştı. Şimdi evet bu bir 'yetenek' (yıllarca uğraşsam takla belki attırırım ben köpeğe zira)... Ama elma-armut toplama meselesi bu en nihayetinde: fino eğitenle vantrolog, altı desibel sesliyle burnunda şişe zıplatan barmen nasıl olur da aynı platformda 'yetenek' başlığı altında birbirleriyle mücadele edebilirler?
Böylesi bir program (Andy Warhol'un müneccimliğini hatırlarsak) "herkesi onbeş dakikalığına meşhur etmek"ten çok daha uzun boylu ve zararlı bir işlev de yerine getiriyor: Adorno'nun bahsini ettiği insanın estetik ve kategorik koordinatlarını hunharca eğip büküyor. "Beethoven Yıldız Tilbe'den daha yeteneklidir" aksiyomunun doğruluğunun sınanabileceği terazilerin ayarlarıyla bilip bilmeden oynuyor. Zira ortada estetik, sanatsal vs.nin aksine tek bir kriter var o da "pazarlanabilirlik" (Bunu da aslında hepimiz, anamız babamız falan biliyoruz da yüksek sesle söyleyip de konuya tamamem yabancılaşmamak adına saklı tutuyoruz aslına bakarsak). 'Yetenek' derken de tam bunu kastediyor bu program, pazarlanabilme kapasitesini. Ve bu evrensel skalaya göre de şan sanatçısı birisinin (bu teyze gibi) diliyle gözlerine değebilen bir (yine yukardaki adsumcu'nun yorumunda bahsettiği gibi) "freak" ile karşı karşıya getirilmesi hiç absürd değil...
Bu bağlamda Se7in'in 'sesle dış görünüşün ilgili olduğunu kimse iddia etmedi ki' ile başlayan duruşunu anladığımı düşünmekle birlikte katılmıyorum. Çünkü bir kere yukarıda tanımladığımız gibi bu bir 'yetenek' (pazarlanabilirlik olarak) programı ise se7in'in iddiasının aksine ses ve görünüş tamamen ilgilidir, hatta bir bütünün tamamlayıcı parçalarıdır: yani bu teyzemizin 'en yetenekli' sayılabilmesi için sesi yetmez dış görünüş olarak da günün piyasa standartlarında pazarlanabilmesi gerekir. Zaten jüri de bu noktadan hareketle adayı (burada susan hanımı) ilk gördüğünde, haklı olarak, 'olmamış' diyor eksiyi çakıyor. Velhasıl iş pazarlanabilirliğin ikinci bileşimi olan sese gelince orada akan sular duruyor zira susan kişisi jüri olduğunu iddia eden tayfanın takdir edebileceğinden öte (fakat büyük bir yüzsüzlükle hala anlıyormuşcasına davrandığı) bir şekilde doğuştan gelen/çalışarak geliştirdiği becerisini gösteriyor. [ayrıca belirtmek isterim ki bu yarışma hakkında akıl yorarken kişinin yapabileceği en büyük hatalardan birisi bence şahsi seksüel/estetik beğeniyle paralel kurmaya çalışmak. Benim susan'ın 27 yaşındaki gudubet suratından seksüel çekicilik duyup duymamam ile o kişinin 'yetenekli' olup olmadığı arasında paralellik kurarsak şayet, tam da yukarıda bahsini ettiğim bu platformların 'koordinat bozumu' işlevinin üstüne tüy dikmiş oluruz kanımca.]
not: bu arada bu simon gayet dünyaca ünlü bi şahsiyetmiş. finlandiya'da bile bi dolu hayranı var suratsız kişinin. ilginç yani aslında...
ya yok ya anlaşılamadım, ya da anlatamadım.
halilcim, benim susan boyle'u savunmak, "o çirkin ama bak sesi ne güzel ayyyynı yıldız tilbe" demek gibi çabalarım falan yok ki. benim derdim tamamiyle başta simon olmak üzere (bu simon konusuna az sonra gelicez) yarışmanın jürisini kınayanları kınamak, zira ben bu insanların bu kınamalarında samimi olduklarını düşünmüyorum. dolayısıyla susan'ın 27 yaşındaki gudubet suratıyla karşılıklı kahve içmesini beklediğim kişi de sen değilsin. o verdiğim örnekte bahsi geçen kişiler "ay bak ne sevimli, içinden çıkan doğal bi ışığı var, bence bu kadın monica belluci'den güzel, hem o da dolgun vicutlu" gibi yalandan sevgi sözcükleri düzenler.
talent nedir konusuna gelince, fino köpeğini eğitmek de bir talent'tır belki ingiltere'nin gözünde onu bilemiycem. bizde de bi ara şans kapıyı çalınca falan gibi yarışmalar vardı hani. 18 tane topu üst üste dizebilirsen bilmem ne kadar ödül falan verirlerdi. işin güzel tarafı bizde bu tür talent'la şarkı söyleme talent'ı karşılaştırılmıyor. ama beethoven ve yıldız tilbe değil de pavarotti ve ibrahim tatlıses karşılaştırmasını yapabiliriz galiba. bence bu adamların ikisi de çirkin, ikisi de yaşlı, ikisi de some kind of marketable freak. ikisi de gözüme hitap etmiyorlar benim ne yalan söyleyeyim. lakin ikisinin de bardak kıracak denli oktavda sesi olduğunu da inkar edemem ki.
pazarlanabilir olmak illa güzel olmak demek değil, hele ki bunun şahsi estetik/seksüel beğenilerle hiç alakası yok. çok çirkin olmak da pazarlanabilir bir özelliktir hatta (eski sirkleri hatırlayın) ve sizin de dediğiniz gibi show-biz çok güzel, çok çirkin, çok seksi, çok ayı, çok xxx olmayı gerektirir pazarlayabilmek için. benim derdim zaten bu değil, bunu gördüğü halde yalandan rahibe teresacılık oynayıp jüriyi eleştirenlereydi.
jüri demişken asıl konumuza dönelim: yerim ben o simon'ı :)))
http://www.facebook.com/profile.php?id=661259371&ref=ts#/pages/Simon-Cowell/28222122785?v=info&viewas=538735710
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=simon+cowell
Polemik candır... polemik blog'un bereketidir.
Sevin'i blog'un en olay yaratan yazarı ilan edelim mi? Her yazdığı tartışma başlatıyor maşallah..
alper, canımsın!!! :p
Olaya farklı bir bakış:
ABD’de yayınlanan New York Post gazetesi, ülkenin en ünlü talk show’larından Larry King Show’a konuk olacak Boyle’un İngilizler tarafından reytingleri artırmak için yaratılan kurgulanmış bir sahte şöhret olabileceğini yazdı. Habere göre yarışmadaki jüri üyelerinin daha önce Boyle’u dinlememiş olması imkansız. Şarkı bile özellikle etkiyi artırmak için özellikle seçilmiş olabilir. Daha önce hiç bir erkekle öpüşmediğini söyleyen, kedisiyle birlikte yaşayan ve işsiz olan Boyle’un sahnede seslendirdiği, “I Dreamed a Dream” şarkısı “Sefiller” müzikalinde de aynı Susan gibi yalnız ve işsiz bir karakter tarafından seslendiriliyor. New York Post’a göre programın yapımcıları, bu gösterişsiz karaktere muhteşem bir aşk şarkısı söyleterek ortaya çıkacak olan zıtlıktan faydalanmak istedi. Annesine ölüm döşeğinde söz verdiği, kimseye aşık olmadığı gibi detaylarla olay süslendi. Jüri ve stüdyodaki seyircilerin sesini duydukları anda verdikleri tepki de sahteydi. Öte yandan YouTube’da Susan Boyle’un görüntlerini izleyenlerin sayısı 30 milyonu aştı. Bu da Oscar törenini izleyenlerin sayısıyla eşit.
gazetevatan.com
Bu arada Frankie Boyle kisisi (ki Ingiliz memleketinin en kara komedi insanlarindan birisidir kendisi) oldukca keyifli bir yazi yazmis soyadasi hakkinda: http://blogs.dailyrecord.co.uk/frankieboyle/2009/04/i-think-shes-going-to-get-kiss.html#more
Yorum Gönder