26 Ekim 2011 Çarşamba

2011 Van Depremi

Başlığı yazarken hangi depreme atıfta bulunduğum anlaşılıyor elbette. Ama sonradan aklıma geldi -Allah korusun- yılın kalan zamanında şehirde bir başka deprem daha olursa bu başlık bir miktar eksik kalacak sanki. Neyse, mühim değil.

Sevin'in yazdığı yazıyı okudunuz herhalde, hemen yukarıda duruyor. Deprem günü sosyal medyada olan bitene, memleket insanından nasıl bir nefret söyleminin fışkırdığına dair bir yazı yazmıştı Sevin. İçinin kaldırmadığını ifade ederek. Birkaç gündür depremle yatıp kalkıyoruz: bu ifade bile aslında sevimsiz, siz ben biz evimizde yatağımızda yatarken birileri depremde talan olmuş evinin yakınında çadırlarda kalmaya çabalıyor. Çadır bulabildilerse elbette.



Bugün TV8'deki bir haber bülteninde Van yakınlarından bir köye bağlandılar, anlaşılan konuştukları köylüyle son 3 gündür iletişim halindelermiş zaten. Bilgiyi doğrudan oradan alabilem ikmanına sahip oluyorlar böylecene. Güzel bir yöntem. Bu köylü dedi ki -mealen- "valla devletten bir şey görmedik henüz, bugün 30 tane çadır geldi, düşünün biz 90 haneli bir köyüz, hane başına da 10-15 nüfusumuz var. Vatandaşlar kendileri yemek-içmek ve giyecek malzeme getirmişler, onu dağıttılar yarım saat evvel." Devlet piyasada yokmuş yani, olayın üzerinden geçen bunca güne geçen bunca saate rağmen.

Ölü sayısı hatırlarsınız 1999 depreminde de ciddi bir sorun olmuştu. İktidarın, haydi devletin diyelim, ölü sayısını bilerek ve isteyerek olduğundan düşük gösterdiğini iddia etmişti bazıları. Doğru mu bilemiyoruz elbette, en azından ben bilmiyorum hangisi doğru. Bununla beraber yalan olduğuna ne kadar inanıyorsam doğruluğuna da o denli inanırım bu iddianın. Bu depremde de şöyle bir şey duydum. Köylerde biliyorsunuz hala kaos devam ediyor. İşte bu köylerden birisinden şöyle bir haber geldi bir tanıdığa: köyde depremde bir çok kişi ölünce, kokmasınlar... diyerek hemen gömülmüşler deprem günü. Veya ertesi gün. Dolayısıyla, bu medfunlar resmi istatistiklerde yaşıyor olarak görünmelerine rağmen aslında müteveffa olmuş durumdalar. Alın size yeni bir istatistik sorunu. Dikkat buyurun, büyük deprem dediğimiz depremin üzerinden 12 sene geçmiş ve şu sıra dünyanın büyüme rekoru üzerine büyüme rekoru kılan ülkesiyiz. Öyle diyorlar.

Büyüme rekorları kırıyoruz da değişen ne peki sizin için, benim için, daha bugün canlı yayında enkaz altından çıkarıldığını gördüğüm ama sonradan hastanede vefat ettiğini öğrendiğim Serhat için? Oğlunu korumaya çalışırken ölen, ama onu da yapamayan, geçen gün fotoğrafı her yerde "mucize" diye basılan çocuğun annesi için değişen ne?

Ben de gazetede medyada gördüğüm kadar biliyorum. Şimdiye kadar ölen öğretmen sayısı 30'u bulmuştu, bu akşamki haber bültenlerinden aktarıyorum. 30 öğretmen. Daha yeni evlenmişler sanıyorum, karı-koca bir öğretmen çift, enkazın altından birbirlerine sarılı olarak bulundu cesetleri. Gene bugün izlediğim haberlerde enkazdan çıkarılan başka öğretmenlerden de bahsediliyordu -birisi, Tuğba adlı birisi galiba, sağ çıktığı halde hastanede vefat etmişti. Bunların birisinin babası mı bilmiyorum ama bir öğretmenin babasının feryadı vardı: "ben bu zamana kadar evladımı okutmuşum, büyütmüşüm, öğretmen yapmışım, yollamışım devlet görevi için bir okula. Benim bu yaşa getirdiğim evladımı devlete emanet etmişim, devlet bana evladımın ölüsünü veriyor. Bu nasıl iştir?" Oğlunun tayini Van'a çıkınca tereddütte kalıyor gitmekte. Babası demiş ki "evladım devlet görevidir bu, sen gideceksin ki devlete, halka olan borcunu ödeyesin." Bu Van'daki öğretmenler galiba bir yurtta veya benzeri bir yerde enkaz altında kalmışlar. Bu nedenle devlet'e bu denli isyan ediyor babası.

Gene TV8'deki bültende bir doçent çıktı ekrana. Van 100. Yıl Üniversitesi'nden bir hoca. İnşaat mühendisiymiş, Mucit galiba adı. Bir diğer meslektaşıyla 2009'da bir makale yazmışlar, şehrin inşaatsal olarak durumu hakkında. Makalede dedikleri şey şu: "mevcut durumda yapılar çok çok kötü durumda ve herhangi bir depremde bunların yıkılmaması olanaksız." 2009 yılında yazıyorlar bu makaleyi dikkatinizi çekerim. Canlı yayında Mucit Bey "çok uğraştık yetkililere dert anlatmak için ama yapamadık" diyerek ifade etti üzüntüsünü ve muhtemelen kahrını. Yunan mitolojisindeki Kassandra gibi: gelecek kötülükleri görüyorlar, uyarıyorlar da ama kimse tınmıyor. Makalede elbette görsel malzemeler de var, binaların foroğraflarını çekmişler ve eklemişler yazılarına: yamuk, gerçekten yamuk kolonlar var inşaat halindeki yapılarda. Zemin kattaki kolon yukarıya giderken hafif sağa-sola eğrilmiş mesela. Bu kolonun yapıyı taşımasını bekliyorlar, bekliyoruz. Gene Serhat'ın canlı çıktığı enkazın zemininde bir oto galeri varmış, ve tahmin edin ne yapmış: bütün taşıyıcı kolonları keserek kendisine bir galeri alanı, teşhir alanı yapmış. KOLON KESEREK!

Eski TOKİ Başkanımız şimdinin şehircilik bakanı Bayraktar da, kabinenin diğer üyeleri gibi, deprme bölgesine gitmiş. Dün eski MEB Çelik ile köyleri dolaşmış ve birebir eksikleri-gelen yardımları-beklenen yardımları not etmiş. Bugün gene gitmiş köylere, değişikliği not etmek üzere. Köylülerle konuşuyor,  dolaşıyor bir yandan da etrafı. Köylere gelecek yardımlar gelene kadar da ayrılmamış oradan. Vatandaşın birisiyle konuşuyordu. Haliyle öfkeliydi vatandaş. Çadırlar, battaniyeler geliyor ama kapanın elinde kalıyor tarzı bir şekilde dağıtılıyor. Sinirli bir biçimde "şefim" diyerek bakanla konuşuyordu: "Biz isyan edersek ancak bu kadar ederiz şefim, dağa falan çıkmayız, ama halimizi görüyorsunuz siz de." Bakan da şunu dedi "ya ne yapalım Allah'ın takdiri bu aslında, doğanın takdiri."

İlk olarak buna takıldım. Deprem değil binalar öldürür değil miydi deprem dede'nin devamlı bize tekrar ettiği slogan? Hepimiz iyi kötü bunu bellemiştik herhalde değil mi? Bakan'a göre değil herhalde. Yıkılan binaların hemen yanında kapı gibi dimdik duran bazı binalar da vardı ya, herhalde Cenab-ı Hakk o binanın içindekileri daha az kahretmek istemişti, ondan yıkılmamıştı binaları.

Sonra devam etti bakan. "Artık," dedi, "bakanlık olarak denetim işine önem vericez. Herşeyi denetliycez artık, bu böyle gitmez." Müjdeler olsun ki deprem olup da resmen 400'e yakın insan evladı öldükten, Van'daki yapıların rezaleti ayan beyan hem de bilimsel olarak ortaya konduktan tam 2 sene sonra sayın şehircilik bakanımız devletin denetleme görevini artık ifa etmeye başlayacağını ifade etti.

Devlet denen mekanizmanın tarihsel oluşum süreci bu blogu da bendenizi de aşan bir konu. Ama şurası -sanıyorum- herkes tarafından üç aşağı beş yukarı paylaşılan bir ortak payda olsa gerek: devlet denen şey her neyse bunun asli görevleri beni, yani vatandaşını, korumak: canımı, malımı, namusumu. Hakkımı yemeye çalışan birileri varsa bunlara el atmak, hür müteşebbislerin yaptıklarını ettiklerini denetlemek. Devlet denen şey belki de en başta bir dnetleme mekanizması, hele ki günümüz serbest piyasa ekonomisinde devletin üretime olan en önemli katkısı denetleme rolü olmalı, diye düşünüyorum.

Yediğim içtiğim şeylerde neler var neler olmalı-olmamalı bunları denetlemeli. Nasıl GDO'lar kullanılmış, nasıl temel ürünler kullanılarak hazırlanmış bu makarnalar, bu büsküviler, bu içecekler, nasıl şişelenmiş içtiğimiz sular, giydiklerimizde hangi maddeler var... Bu ve benzeri bir dolu şeyi denetlemeli ve vatandaş olarak beni uyarmalı: bu hür müteşebbislere de gerektiği gibi muamele etmeli ki bunlar, beni -vatandaşı- çürük evlere, kanserojen yiyeceklere mahkum kılmasın. En liberal geçinenimiz bile herhalde devletin denetleme gücünü teslim edecektir. Oysa şimdi bakanın kendi ağzından öğreniyoruz ki devlet anca anca yeni yeni bu görevine başlayacakmış, daha fazla önem verecekmiş.

Şu sıra hepimiz düşünüyoruz herhalde bir hayli. Deprem görüntüsü, kendini parçalayan ve enkaz altından can çıkarmaya çalışan görevliler, AKUTçular, yerel itfaiyeciler, sivil savunmacılar, çıkartılan cesetler, bebekler, ölen evlatlar, anneler... Gördünüz herhalde bir çadır bir battaniye için insanların nasıl birbirini yediğini, "insan insanın kurdudur" ifadesinin gerçeğe nasıl dönüştüğünü. Siz biz olsak daha farklı olmayacaktı muhtemelen. Çaresizliğin insana neler yaptıracağını sadece yaşayan bilebilir. Bu ortamda "Kürtler'in ne denli medeni olduğunu da gördük" tarzı, sözüm ona alaycı, iddialar ancak söz sahiplerinin tıynetlerini ortaya koyabilir.

Herkes yardım için seferber oldu görüyorsunuz. Beklemediğim bir biçimde. Bunda bile, yukarıda değindiğim gibi, bir düzen eksikliği ortaya çıktı çok ağır bir biçimde. Toplananlar nasıl dağıtılacak, nereye ne kadar dağıtılacak, kime nasıl pay edilecek... bilmiyoruz. Yetkililer de, kimse onlar artık, bilmiyorlar. O nedenle bugün Erciş'e battaniye götüren bir kamyonun şoförü yerel halkın birşey alabilmek adına hücum ettiği kamyonuna bakıp birisini aradı ve "abi ben kamyonun şoförüyüm, bende mal kalmadı" demek zorunda kaldı. Açık topuklu ayakkabısını ve kullanma tarihi geçen ilacını Van'a yollayan insanların varlığını da twitter denen meret sayesinde öğrendik. Bunların yarısı bu işi bilmeden, farkında olmadan yapmış olsa bile kalan yarısına ne diyeceğiz?

Herşeyin ötesinde, bunu birkaç kere arkadaşlarla paylaşmıştım da başka olaylara istinaden, bu yaşadıklarımız bana şunu hatırlatıyor: bir zamanlar "pilav mı plan mı. Plan ne ki yenir mi o?" diyerek siyaset yapan devlet adamlarımızın olması neticesinde şu anda olduğumuz noktadayız. Bu durum ne tamamen mevcut iktidarın işidir, ne de bundan öncekilerin. Bu çok açık bir zihniyet meselesidir ve üzülerek müşahede ediyoruz ki uzun bir dönem daha devam edecektir.

Biraz sıradışı bir akıl yürütme ama önemli bence, okurların da düşünmesini isterim bu konuda. Okurlarımızın bu soru'dan olmadık anlamlar çıkarmayacaklarına da güvenerek :
bir biçimde Van ve etrafı şu anda Türkiye Cumhuriyeti'nin değil de, misal, bir Kürt Devleti'nin sınırları içinde yer alıyor olsaydı, şu anda yaşananlar aynıyla yaşanmaz mıydı? Bence birebir yaşanırdı, insanlar bu depremi daha az hasarla atlatmazdı. Bu zihniyet sadece Türkler'e veya Türkiye Cumhuriyeti'ne mahsus bir şey değil zira kanımca.
Bu, elbette benim şahsi görüşüm, kimseyi bağlamaz. Ama üzerinde düşünmeye değer sanıyorum.

5 yorum:

adsumcu dedi ki...

Yazıda yazmıştım ya hani ihtiyaçların dağıtılmasında yaşanan rezillikten bahseden kimileri bu işi Kürtler'e bağlıyor diye. İşte onlara benim ailem de dahil. Müge Anlı'nın dediklerini aynen onaylayan, PKK alır diyerek herhangi bir yardımda bulunmayı düşünmeyen, oturduğu yerden "yiyecek sorunları yok zaten, yemekleri var" diyebilen, "Van merkezde hepi topu 7 bina yıkılmış" diyebilen...

Şimdi herkes bir yerinden tutup yardımcı olmaya çalışıyor görüyoruz. İyi kötü, ama herkes iyi niyetini koyup birşeyler yapma telaşında. Bakıyorum, 67 yaşındaki öz be öz "Tanrı Dağı kadar Türk Hira Dağı kadar Müslüman" babama. Şu güne kadar zaten herhangi bir yardım faaliyetine katkıda bulunduğunu görmüşlüğüm olmadığı gibi bu depremde de elbette kılını bile kıpırdatmadı. Televizyondan takip ediyor olanları, yağmalandığını duyduğumuz kamyonlara bakıyor ekrandan. Umrunda değil olan biten. Zamanı gelince zekatını fitresini veriyor, bütün bunlardan ari kılıyor kendini bir anda. Yaşı tutanlar hatırlar, eskiden Kızılay zarfları olurdu ilkokulda. Eve getirirdim, geldiği gibi de götürürdüm.

Şimdi şimdi düşünüyorum, bu depremdeki tepkisizliğin de etkisiyle herhalde, dini gerekçelerle verdiği paranın vatandaşlık-aynı toprağı paylaşma-aynı havayı soluma tarzı şeylerden daha üstün olduğunu. Bunları veriyor, kendisine düşen kısmı bitiyor işin. Gerisine karışmam, diyor. Gelin de bu insanlara anlatın bakalım bu beraber yaşama... meselesini...

Öte yandan yeni gördüm Japonya'daki elçiliğimize yollanan isimsiz bağış zarflarını. Ayakkabı tamircisi amcamın yazdığı yazıyı. Gözleri yaşlanıyor insanın. Boşuna dememişler "kardeşin duymaz eloğlu duyar" diye.

adsumcu dedi ki...

Kendi yazısına en çok yorum yazan kategorisinde birinciydim zaten ama duramıyorum gördükçe birşeyleri.
Can Dündar, çarşamba günü yazdığı yazıda şunları dile getirdi:

Özellikle bu kez gerçekten ulusal bir seferberlik yaşandı; her bölgeden yardım yağdı.
Ancak bütün bu iyi niyetli çabalar, afet bölgesine gelince, göçebe toplumlara özgü bir basiretsizliğin, eşgüdümsüzlüğün, koordine olma özrünün duvarına çarpıyor.
İki trafik polisi bir caddenin başını tutamadığından yaralı taşıyan ambulanslar avaz avaz bağırarak dakikalarca trafiğin açılmasını bekliyor.
Bazılarının 3-5 çadırı birden sırtlayıp götürmesine engel olunmadığından, hiç çadır alamayanlar isyanla ayaklanıyor.
Kurtarma ekipleri iyi dağıtılmadığından enkaz altında yakınları olanlar, kendilerini kurtarmaya gelmiş gönüllülere saldırıyor.
Koordinasyonsuzluk, depremden kötü vuruyor.

...

Yardım değil de, acaba bir Alman koordinasyon ekibi gelse iyi olur muydu diye düşünmeden edemiyorum.
İki gündür arayan, ne yapabileceğini soran, yardım yollamak isteyen yakınlarıma “Tanıdığınız ne kadar iyi koordinatör varsa yollayın” diyorum:
“Yardımdan önce acil ihtiyaç bu...”

Dönüp dolaşıp gene aynı yere çıkıyoruz herhalde: devlet denen aygıtın, insanlara hizmet için var olan bir mekanizmanın nasıl da buna yarayamadığını görmek. Deprem için toplanan ve 30 milyar dolar olduğu söylenen bu meblağın nereye gittiğinden ziyade ekran başında kim ne kadar bağış yapıyor ona takılıyoruz.
Allah sonumuzu hayretsin!

Adsız dedi ki...
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
SE7IN dedi ki...

aah ah allah korusun dedik ama korumadı adsumcu. 9 kasım itibarıyla yıkım getiren ikinci bir deprem daha oldu van'da :(

adsumcu dedi ki...

Onceki depremde yasanan cadir sikintisini "saglam binalardakiler de cadir aldi, almasalardi yetecekti" cumlesiyle aciklamisti bir siyasetci.

>>melike karakartal'ın tvitlerinden

sadece bir siyasetçi değil bizim ev ahalisi de böyle açıklamıştı ordakilerin yaptığı "densizliği, çadır kapma telaşını." "evi sağlam olan da alıyormuş canım, cık cık cık" diyorlardı.