4 Kasım 2015 Çarşamba

Nasıl Bir Başkanlık Sistemi? Başkanlığın Kurumsal Mimarisi Üzerine

ALPER H. YAĞCI



Tayyip Erdoğan taraftarları Erdoğan istiyor diye başkanlıktan yana, muhalifleri ise aynı nedenden ötürü başkanlığa karşı, ancak her iki tarafta da büyük çoğunluk başkanlık sisteminin ne olduğundan habersiz görünüyor. Bu yazıda başkanlık sistemini doğru anlamak için önemli olduğunu düşündüğüm birkaç parametreden bahsedeceğim:


1) Başkanlık sisteminde pek ala koalisyon hükümeti olabilir.
2) Başkanlık sistemi ve federalizm aynı şey değildir, fakat genellikle bir arada bulunurlar ve birbirlerini tamamlarlar.
3) Ülkenin yönetim biçimi için önemli olan, kurumsal mimarinin tüm bu farklı unsurlarının birlikte ortaya çıkardıkları yapı. Son dört beş yılın gelişmelerine bakılırsa, Erdoğan AKP’sinin projesi esasen yönetimdeki “veto oyuncularının sayısını azaltmak. Başkanlık gibi etiketleri takıntı hale getirmeden, ülkenin bu doğrultuda evrilmesini istiyor muyuz, istemiyor muyuz, onu tartışalım.

11 Eylül 2015 Cuma

Kürt hareketinde üç tarz-ı siyaset


Alper H. Yağcı, 9 Eylül 2015



Önce barış. İlk sözümüz bu olsun. Irkçı linç dalgasının bir an önce sona ermesi ve sorumluların cezalandırılması temennimiz.

Şimdi konuya gelelim.

Türkiye’nin bir Kürt meselesi var. Meselenin özü devletin şimdiye kadar sunduğu aidiyet formülü ve idare biçiminin Kürtleri tatmin etmemesi. Kürt hareketi içinde bu meselenin çözümüne yönelik üç siyasi yaklaşım Haziran 2013’ten beri belirginleşti.

1) Pan-kürdist, yani Türkiye sınırları dışındaki Kürt coğrafyasını da neredeyse içerisi kadar kendine dert edinen bir yaklaşım.
2) Kürt meselesine Türkiye’nin toprak bütünlüğü içinde bir çözüm aramak adına muhafazakar iktidar bloğuna eklemlenme kapısını aralayan bir yaklaşım.
3) Kürt meselesine çözüm ararken Türkiye’nin bütününü sol-demokratik bir vizyonla dönüştürmenin yolunu gözleyen bir yaklaşım.

Her bir yaklaşımın tekabül ettiği bir aktör var. (Aktörlerin eşleştikleri yaklaşımı münhasıran veya öncelikli olarak takip ettiklerini değil, o yaklaşımın diğer aktörlere kıyasla en çok o aktör tarafından takip edildiğini kast ediyorum):

1) PKK’nın faal kurmayları, yani Kandil,
2) Abdullah Öcalan, yani İmralı,
3) HDP, buna da Diyarbakır diyelim.

Elbette bu damarlar arasındaki fark salt ilkesel düzlemde değil. Aktörlerin konumları itibariyle sahip oldukları kaynaklar izlenen siyaseti etkiliyor.

1) Kandil’in elinde Suriyeli ve Iraklı Kürtlerin de katılımıyla dolduruşa gelen silah var,
2) Devletin hapis tuttuğu İmralı’nın elinde uygun reform teklifleri karşılığında iktidar sahibiyle paylaşarak değerlendirebileceği bir miktar sembolik meşruiyet var,
3) Diyarbakır’ın elinde Türkiye’deki diğer siyasi partilerin sahip çıkmadığı toplumsal bileşenlere önerebileceği (ve seçim barajı yakınlarında marjinal etkisi çok yüksek) bir oy pusulası var.

Hasılı, ortaya üç tarz-ı siyaset çıkıyor. Üçünün hükümet karşısındaki tavırları da oldukça farklı.

İmralı, 7 Haziran seçimlerinden önceki süreçte, Kürt meselesini ancak risk almaya kadir güçlü bir liderin çözebileceğine, toplumsal meşruiyet düzleminde de bu girişimin din birliği söylemiyle desteklenmesi gerektiğine inanmış görünüyordu. Bu yüzden başkanlık sistemi teklifine yakındı. Kandil, bu vizyona daha kuşkuyla yaklaşmakla birlikte böyle bir olasılığı taktik düzeyde kullanmaya açıktı. HDP ise kendini kesin olarak başkanlık tasarısının karşısında konumlandırdı. Seçim kazanma (yani baraj geçme) amacı güden bir siyasi parti olarak yapabileceği en rasyonel hareket buydu, ancak bu şekilde İmralı’nın ama daha çok da Kandil’in (ve elbette ki hükümetin) oyun planlarının dışına çıkmış oldu. Dolayısıyla seçimin akabinde hükümet HDP’yi oyun dışına atmak üzere savaş planına geçti. Daha seçimin ertesi gününden başlayarak medyaya yansıyan açıklamalarla partiye 'biraz ağır ol bakalım' mesajları göndermeye başlayan Kandil de savaşa hevesle dahil olarak kendi başına hareket eden bir HDP’nin harcanmasını umursamayacağını (veya bu şekilde HDP’yi hizaya getireceğini umduğunu) göstermiş oldu. Bu sırada Hükümet İmralı’yı askıya aldı, ama geri dönecek ona. Kasım seçimlerine kadar sürecek olan çatışma ortamında Diyarbakır’a saldırılacak, Kandil’e saldırılacak ama İmralı’nın meşruiyeti mundar edilmeyecek.

Diyarbakır ne yapmalı? Benimkine benzer bir perspektiften (yani 'dışarıdan') HDP’ye oy vermiş olanların bu konuda yapacakları çağrıların pek bir hükmü olmayacak ama ideali yazalım: Barışta ısrar, sol-demokrat muhalefette ısrar, Kandil’e karşı cesaret. Bir de toz duman dağıldıktan sonra, daha uzun vadede, meseleye ne gibi bir çözüm aranacağına dair daha net bir tutum. Malum, yıllardır konuşulan çeşitli senaryolar var:

1) Bağımsız devlet. İktidar koltuğuna kim geçerse geçsin Türkiye devletinin buna asla izin vermeyeceği ve bu bahiste uluslararası hukukun desteğini de kolaylıkla arkasında tutacağını hemen ekleyelim.
2) Kürtler için (Rusya Federasyonu içindeki özerk bölgelere benzer) özel bölgesel statü veya Kürt coğrafyasının kabaca bir eyalete tekabül edeceği (biraz İspanya ama daha çok Hindistan’dakine benzer) bir federal yapı.
3) Tüm Türkiye için coğrafi kapsamı küçük birimler (örneğin mevcut il idareleri) bazında güçlendirilmiş (Almanya ve İtalya’dakine benzer) adem-i merkeziyet ve tüm vatandaşlar için genişletilen demokratik özgürlükler.

Bana kalırsa ilk senaryo imkansız, ikinci senaryo olası veya makbul değil, üçüncü senaryo ise Türkiye’nin çıkış yoludur.




17 Ağustos 2015 Pazartesi

Batı neresi? Doğu neresi? Bir kavram kargaşasına müdahale denemesi


Alper H. Yağcı

‘Batı’da ve Doğu’da ebeveynlik...’ ‘Batı’da ve Doğu’da kadın...’ ‘Batı’da ve Doğu’da insan...’ Peki neresi bu Batı ve Doğu? Bu kelimeleri küçük harfle yazdığımızda (batı ve doğu) iki yön kast ediyoruz ki bunlarda anlaşılmayacak bir şey yok. Büyük harfle yazdığımızda (Batı ve Doğu) ise iki yer kast ediyoruz ama herkes bu yerlerden farklı bir şey anlıyor, kafalar karışıyor.

Bu yazının meramı şu: Batı vardır, gerçektir. Doğu ise yoktur. Doğu, sırf Batı’nın varlığından ötürü bir zıt kutup arayışı içinde lalettayin ortaya atılmış ancak gerçek dünyadaki bir varlığa tekabül etmediği için tanımsız ve tutarsız kalmaya mahkum bir tevatürdür. Öyleyse Batı vardır ama ‘Batı ve Doğu’ diye bir şey yoktur ve bu sahte ikilemin artık sözünü etmesek en iyisi olur.


15 Haziran 2015 Pazartesi

Üçüncü Köprü İstanbul'u Nereye Götürür?





Alper H. Yağcı

Üçüncü köprünün İstanbul için yarattığı risk köprü inşaatı sırasında tahrip edilen orman varlığıyla ilgili değil. Köprünün yarattığı asıl risk, etrafında yer alan orman alanının on senelik bir dilim içinde imara (önce planları ve mevzuatı delmek sonradan da mevzuatı fiilayata uydurmak suretiyle) açılarak tamamen yok edilmesi. Kaygımız şu ki köprünün altında yatan temel niyet tam da bu olabilir... Köprü yapılıyor, yapılacak. Fakat bu projenin İstanbul’un geleceğini yanlış bir doğrultuda şekillendirmesinin önüne geçmek için  (yani İstanbul’u köprüye değil köprüyü İstanbul’a uydurmak için) belki hala zaman ve imkan var. Üçüncü köprünün varlığı, kuzey ormanlarının imara açılmasının bahanesine dönüşmemeli.

2 Mayıs 2015 Cumartesi

Kitap okumaya devam - İtiraflar...

Buradaki yazıların sıklığı da kitap okuma sıklığıma paralel oldu. Son zamanlarda kitap okumayı, dolayısıyla burayı da, biraz boşladım. Boşlama zamanı geçti diyelim ve kitaplara sırayla devam edeyim.

4 Mart 2015 Çarşamba

Sergüzeşt-i Kitap

Evvela şunu belirteyim: bu ve devamındaki yazıların kitap eleştirisi olmak gibi bir amacı, iddiası yok. Sadece kişisel şeyler anlatıyor. Bu şeyleri anlatırken arada sırada da kitaplarla ilgili yorumlarım vs da olacak ister istemez. 
Uzun zamandır bir şeyler yazmıyorum, paslanmış olabilirim. Affola efendim…

1 Şubat 2015 Pazar

Başkanlık sistemi demokratik Türkiye için uygun mu?


Alper H. Yağcı, 31 Ocak 2015


1) En gelişmiş ve en demokratik ülkelerde başkanlık sisteminin uygulandığı iddiası doğru değil, hatta ABD bu konuda bir istisna olarak göze çarpıyor. 2) Parlamenter rejimden başkanlığa geçiş ender bir olgu. 3) Bu olgu ağırlıklı olarak yoksul ve bağımsızlığını görece yeni kazanmış ülkelerde gerçekleşmiş ve zaten demokrasinin kırılgan olduğu bu ortamlarda otoriterliğin pekişmesine araç olmuş. Üstelik, Türkiye demokratik özgürlüklerin seviyesi ve insani kalkınma göstergeleri açısından ABD’den ziyade bahsi geçen bu ülkelerin kimisine yakın. 
4) Erdoğan’ın çizdiği rejim tasviri ABD sisteminden hayli uzak, çünkü başkanlık sisteminin demokratik işleyişi için gerekli olan Amerikan tarzı fren ve denge mekanizmalarına Erdoğan taraftar değil.

14 Ocak 2015 Çarşamba

16 Türk devleti?


Sağlaması otoriterlik ve militarizm ile yapılan bir milliyetçilik bizimkisi. Toplumun özeti devlet, devletin özeti de zorbalık aygıtı. Bir müsamere yapılacaksa neden bir Kaşgarlı Mahmud, bir Takiyüddin, bir Evliya Çelebi orada olmasın? Hayli keyfi Türklük kriterlerinin müsaadesiyle, bir İbn-i Sina, bir Harezmi? Balyan biraderleri, Zilciyanları görmeyi bekleyen yok ama bir Mimar Sinan? Sonra da şikayet edip duruyoruz, neden Sinan tanınmıyor, neden hep "barbar" biz oluyoruz, ve saire ve saire...