Yalnız birkaç istisna var. Özellikle İstanbul’da gece ve eğlence hayatı 8 Mart’a hazır görünüyor. Örneğin Sony Music yeni bir albümle kutluyor(muş) bu yıl 8 Mart’ı. Albümün adı WOMEN/KADINLAR. İçinde Ayten Alpman’dan Gloria Estefan’a, Aretha Franklin’den Gönül Yazar’a pek çok kadının sesinden eski yeni şarkılar var(mış). Ve hatta bu albümün tanıtımı için bir konser yapıldı 7 Mart Cumartesi akşamı. Biletleri de “bayan”lara indirimliy(miş). Ben “bayan” konusunda İstanbul’da hayatta neler oluyor bilgilendirmesi yapan sitelerden birinin yalancısıyım. Sony Music kendi sitesinde daha duyarlı davranmış bu konuda. En azından “kadın konuklara” diyerek nezaket göstermişler.
Bir diğer hazırlıklı kitle de alışveriş merkezleriydi. Büyük süpermarketlerden birinin birkaç dakika önce cep telefonuma gönderdiği bir mesaja göre, eğer o marketin indirim kartına sahipsek (ki değilsek zaten bu mesajı göndermiyorlar sanırım) 7-8 Mart tarihlerinde cilt bakım ve makyaj ürünlerini %50, elektrikli kişisel bakım ve ev aletlerini de %25 indirimle satın alabiliyormuşuz. Kimi kredi kartlarında da var benzer kampanyalar. Kadın giyim ürünleri satan mağazalarda, makyaj-cilt bakımı, küçük ev aletleri gibi ürünlerde fazla fazla taksit, fazla fazla indirim almak mümkün bu hafta sonu.
Bu durum ilk etapta “A ne güzel artık herkes 8 Mart’ı öğrendi, bilinçli toplum sen çok yaşa,” tepkilerine yol açsa da ikinci defa düşünüldüğünde “kazın ayağı”nın aklımızdakinden çok farklı şekillerde olabileceği ihtimali karşımıza çıkıyor. 1900lerin başlarında sosyalist ve barış yanlısı bir tavırla ortaya çıkan ve ilk başlarda Dünya “Emekçi” Kadınlar Günü diye nitelendirilen 8 Mart’ın aradan geçen bir yüzyılda hem takvim hem de anlam itibariyle Sevgililer Günü ve Anneler Günü arasında bir noktaya konuşlandırılması, elde kalan “şu kadarcık” pırlantaların, küçük ev aletlerinin ve makyaj ürünlerinin satılabilmesi için bir başka fırsata dönüşmesi can sıkıcıdan öte.
Her ne kadar feminizm ilk ortaya çıktığında burjuva bir içeriği olsa da sonraki dönemlerde sol düşünceyle olan etkileşimi toplumsal cinsiyet ve sınıf kaygılarını aynı anda içinde taşıyan bizlere ilaç gibi gelirken (kadının ev içi emeğinin sömürüsünün işçinin patronca sömürülmesinden ne farkı vardır ki?) günümüzde hareketin simgesi olmuş bugünün tüketim toplumu tarafından bir araca dönüştürülmesi Gramsci ve Althusser’den ödünç alınan ifadelerle, ideolojik devlet aygıtları yoluyla sağlamlaşan hegemonyanın gücüne işaret ediyor.
Dünya, ekonomi tarihinin bugüne kadar gördüğü en büyük krizin içinde boğulurken (iddia ediyorum o dönem küreselleşme bu kadar ilerlemediği için 1929 Büyük Buhranı bu kadar büyük bir kriz değildi), ortalıkta “kapitalizmin sonu geldi” sesleri duyulurken, Fransa’da Olivier Besancenot diye genç bir postacı kendisinden hiç beklenmeyen bir başarıyla halkı mobilize etmeyi başarmışken, bizde 8 Mart’ın bile hala bir hediye alma-verme bahanesi olduğunu görmek geleceğe dair çok fazla umutlanmamıza engel oluyor.
Tabii ki genellemelerin hep bir sınırı var. Tamamen feminist kaygılarla, hiçbir ücret talep etmeden yapılan pek çok kültür sanat içerikli 8 Mart kutlaması da var programlarda. Kadınlara (ve talep eden erkeklere) insan olmanın, kadın olmanın, emek sarf etmenin, 8 Mart’ın gerçek anlamını anlatmaya çabalayan aktiviteler biraz olsun çare oluyor karamsarlığımıza. Daha bir sıklaştırıyoruz safları, daha bir dayanıyoruz birbirimizin omzuna.
Hepinizin 8 Mart’ı kutlu olsun, daha nice 8 Martlara…
http://www.istanbul.com/etkinlik/konser-parti/kadinlar-women-album-tanitim-gecesi
http://www.sonybmg.com.tr/news_detail.php?nid=288
Not: Bu yazım bugün Bianet'te yayınlandı. Buraya da koyayım dedim.
4 yorum:
ohoooo burada bir sürü cevabım vardı benim, nereye gitmiş? :(
facebook'ta falan alper author olarak geciyor... bilmiyorum artik gayet nomenklatura tarzi elemelere tabi tutuyor olabilir yazi ve yorumlari hava karardiktan sonra! suphelerim hic sesi cikmayip da izleyici reyonunda kalan alican'la birlikte stalinist yontemler izledikleri yolunda...
:) Oğlum saçmalamayın lan.. Facebook'ta diğer hiçkimse yeterince "karamurat benim" demediği için (yani yazarlık iddiasında bulunup yeterince confirmation [8] almadığı için) ben tek author olarak görünüyorum.
Bu yazı müstakil bir yazı iken altında Sevin'in yorumları vardı. Ben sonra bunun çok lüzumlu bir yazı olmadığını düşündüğümden silip buraya yorum olarak koydum. Öyle olunca da Sevin'in yorumlar düştü, onu düşünemedim, özür.
bence ben blog'un en polemik yaratan yazarıysam halil de en komplo teorisyeni yazarı olsun.
adam bayburt'un varlığından bile şüphe duyuyor kardeşim bırak alper'in nomenklatura siyasetini :)))
Yorum Gönder